Genetik Silahlar

Geleceğin en korkutucu savaş teçhizatı genetik silahlar…

Biyolojik savaş, neredeyse savaşın tarihi kadar eskidir aslında. Biyoteknoloji, genetik ve genomik alanlarındaki hızlı gelişmeler de biyolojik savaşın daha da çetin bir hal almasında büyük rol oynuyor. Genetiğiyle oynanmış ve daha güçlü hale getirilmiş hastalık yapıcı bir etkenin ölümcül sonuçlar doğurması bu gelişmelerin sadece küçük bir kısmını oluşturuyor. Sıradan bir hastalık yapıcı ajanın belli bir etnik grubu etkileyecek şekilde geliştirilmesi ise asıl vurucu nokta olarak gösterilebilir.

Biyolojik ajanların silah olarak kullanılmasının yeni ve yabancı bir fikir olmadığını az önce söylemiştim. Şimdiye kadar neler yapılmış kısaca birkaç örnekten bahsedelim.

En basitinden Amerika, Rusya, Birleşik Krallık, Japonya ve Irak gibi ülkelerin ‘şarbon’u biyolojik savaş ajanı olarak kullandığı biliniyor. Bir diğer yaygın biyo-terörizm örneği ise veba… Vebayı 14’ncü yüzyılda sebep olduğu ‘Kara Ölüm’ salgınından tanırsınız. Veba, insana pire ısırığı, enfekte olmuş hayvanla temas ve hava yoluyla bulaşabiliyor. Bubonik ve septisemik türleri insandan insana geçemezken, pnömonik türü havadaki damlacıklar yoluyla geçebiliyor. Veba başlarda ne kadar doğal olarak ortaya çıkan bir hastalık olsa da özellikle ikinci dünya savaşı sonrası biyolojik silah potansiyeli üzerine araştırmalar yapılmaya başlandı. Özellikle Amerika ve Sovyet Rusya, 1950-60 yıllarında biyolojik silah programı kapsamında ‘Yersinia pestis’ adında bir bakteri içeren aerosolleştirilmiş parçacıklar geliştirdi. Sovyet bilim insanları, bakterileri, büyük miktarda çoklu ilaca direnç gösterecek şekilde üretmeyi başardı.
Veba

Avrupadaki ilk büyük veba salgının, Moğolların vebalı hastaları kuşattıkları şehirlere göndermesiyle başladığı düşünülüyor. Bir diğer biyolojik savaşta en bilindik örnek Amerika kıtasının yerlileri olan Kızılderillilerin nüfusunu azaltmak amacıyla bağışıklık sistemlerinin yabancı olduğu çiçek hastalığı ile enfekte olmuş battaniyeler yoluyla neredeyse tüm halka yayılması olayıdır. İşin bu kısmında henüz genetik mühendislik olmasa da hedeflenen bir gruba hastalık bulaştırmak veya zehirlemek zaten yapılmış ve yapılmaya da devam edilen bir gerçek.

Daha eskilere ve en ilkel halinden bir örnek verelim. Antik çağlarda savaş halindeki taraflar birbirlerine zehirli uçları olan oklar fırlatıyordu mesela. Yani düşünün savaş silahını daha etkili kılmak için biyolojik bir yardımcı olarak zehir o zamanlarda bile kullanılmış.

Kısacası silah demek sadece top ve tüfekten ibaret değil. Bazı organizmalar da insanların büyük bir kısmını öldürecek şekilde kullanılacak hale getirilebilir ve bunun çalışmaları dünyanın çeşitli yerlerinde sürdürüle gelmektedir. Genetik mühendisliği bu organizmaların çok sayıda üretilmesi ve üzerinde daha çok uygulama yapılması konusunda büyük avantaj sunan bir alan.

Neredeyse bütün ülkeler, günümüzde hastalık yapan mikroorganizmaları çok miktarda güvenle üretebilmekte. Ve genetik mühendisliği teknikleriyle orijinalinden daha etkili bir biyo-silah olarak geliştirebilmekte. Hatta artık modern biyo-teknolojiyle tamamen yeni bir biyolojik silah bile yapılabiliyor.


Bir biyo-silahın kullanılabilir olması için çok miktarda üretilebilmesi, hızlı etki gösterebilmesi, dış etkilere karşı dirençli olabilmesi ve sebep olduğu hastalığın tedavi edilebilmesi ya da aşısının mevcut olması gibi gereklilikleri sağlaması gerekmektedir. Bu koşulları sağlayabilecek doğal patojenler oldukça sınırlı. Şarbon, B.anthracis, bu şartlara en uyumlu ajan olduğu için ilk tercih edilenlerden. Ancak potansiyel kurbanlar antibiyotiklerle birkaç günde tedavi edilebiliyor. Bu saldırıya uğrayan için iyi olsa da saldıran tarafın istemediği bir durum. Bu yüzden bazı genetik müdahalelerle daha etkili ve ölümcül sonuçlar elde edilmesi amaçlanıyor.

Örneğin poliovirüs aslında biyolojik silah olarak kullanılabilecek kadar etkili değil ancak araştırmalar gösteriyor ki genetik mühendisliğiyle ciddi bir potansiyele sahip olabiliyor, özellikle de çiçek virüsü ile kombine edildiği zaman.

Amerika Birleşik Devletleri Deniz Kuvvetleri Araştırma Laboratuarı, 1998’de genetik mühendisliğiyle biyolojik savaş ajanı olma potansiyeline sahip bir mantar türü geliştirdi. Plastik, kauçuk, metal gibi maddeleri parçalayabilen doğal mikroorganizmalar izole edilerek daha güçlü hale getirildi ve 72 saatte askeri boyaları tahrip ettiği görüldü.

Genetik müdahalelerle klasik patojenlerin etkilerini arttırmak yapılabileceklerin sadece küçük bir kısmını oluşturuyor. Evet, belki şimdilik sadece daha etkili virüsler elde etmek mümkün gibi görünüyor ama onları belli bir etnik kökeni hedef alacak şekilde geliştirmek çok da uzak bir ihtimal değil.

Peki, bir virüs ya da zehir nasıl benzer genlere sahip bir grubu hedef alacak şekilde geliştirilebilir? Bu konuyu anlamak için öncelikle genlerin kimyasalları ve hastalıkların derecelerini ya da virüsleri nasıl etkilediğini anlamalıyız.

İnsanlar birbirlerinden pek çok farklılıklarla ayrılmaktadır. Konuştukları dilleriyle, vatandaşı oldukları ülkelerle, cinsiyetleriyle, inançlarıyla… Ama bir tanesi var ki bu farklılık onların maruz kaldıkları kimyasalların etkilerine kadar etkiliyor ve birbirinden ayırıyor. Yedikleri yemekler, içtikleri içecekler bile farklı grupları farklı şekilde etkiliyor. Peki, nedir bu farklılıkların sebebi? Genetik faktörler…
Genetik Farklılıklar

Genetik farklılıklar insanın sadece görüntüsünü değil aynı zamanda enzim ve protein gibi yapılarını da etkiler. Bu demek oluyor ki vücuda giren bir maddenin sindirilmesi de işlenmesi de kişiden kişiye değişir. Aynı etnik grupların kendi içinde bile farklılıklar vardır. Ancak yine de bazı benzerlikler belli bir etnik gruba dahil insanların tümünü ortak olarak etkiler.

Enzimler demiştik. Enzimlerin besinlerle birlikte ilaçlarında metabolizmasında görev aldığını biliyoruz. İşte genetik farklılık burada devreye girip her birimizin kimyasalları metabolize etme hızını etkiliyor. Bir kısım yavaş metabolizör olurken diğer kısım hızlı metabolizör oluyor. Metabolizasyon hızı özellikle ilaçlar söz konusu olduğunda oldukça önemli bir etken. Bunun sebebi bir ilacı yavaş metabolize etmenin ilacın vücutta birikmesine, hızlı metabolize etmeninde ilacın etkisini tam olarak gösterememesine neden olabilmesidir.

En bilindik örnek alkol metabolizmasıdır. Alkol vücutta metabolize olduğunda asetaldehit denilen zehirli bir metabolite dönüşür.  Japon ve Kızılderili ırklarına mensup insanlar, hızlı metabolizör olarak bilinirler ve alkolün asetaldehite dönüşümü de hızlı olduğu için kandaki zehirli madde miktarının artışı da hızlı olur. Bu sebeple bu insanlar alkol aldıklarında karakteristik olarak ciltleri kırmızıya dönmektedir.
Flushing

Yani bir ilacın metabolize hızı bile onun etkisini değiştirmekte. Ki tek etken bu da değil. Örneğin bazı insanlarda bazı enzimler hiç bulunmayadabiliyor. Dolayısıyla metabolize olamayan ilaç vücuttan atılamaz ve birikmeye başlar. Bu da toksik etkilere sebep olur.

Bu gibi durumlar aslında bize her türlü kimyasalın belli etnik gruplara karşı zehirli hale gelebileceğinin bir göstergesi. Yeni bir kimyasal geliştirilmese bile var olan bir kimyasalın üzerinde yapılan modifikasyonları onun daha tehlikeli hale gelmesine yol açabilir.
Gen-ilaç etkileşimini inceleyen farmakogenomik bilim alanınıyla ilgili daha ayrıntılı araştırma yapmak isterseniz bunlar gibi daha fazla örnek bulabilirsiniz. Farmakogenomik nedir kısaca açıklayayım isterseniz.

Farmakogenomik bu konuyu asıl inceleyen dallardan birisidir. Farma, ilaçların etkisi ve kullanımı ile ilgili yapılan çalışmalar, ve genomik, genler ve fonksiyonları, terimlerini bir araya getirir. Başka bir deyişle genetik farklılıkların ilaç kullanımında bile ne kadar önemli rol oynadığını ortay koyan bir bilim dalıdır. Farmakogenomik çalışmalarının işini kolaylaştırabilecek en önemli çalışma ise genleri haritalandırmak. 

The Human Genome Project, yani İnsan Genom Projesi, uluslararası ortak çalışmaya dayalı bir ‘insan genlerini anlama ve haritalandırma’ araştırma programıdır. Genom dediğimiz şey kısaca bir organizmayı oluşturan DNA topluluğudur. Ve İnsan Genom Projesinin birincil amacı da mevcut genomlardan edinilen bilgilerle yüksek kalitede yeni genler üretmektir. Bunun yanında insan genomunun fiziki ve genetik haritalarını oluşturmaktır.

Bu haritalar neden oluşturulmak isteniyor peki? İnsan genomunun haritasına sahip olmak demek insan bedeni yapmak için gerekli olan bir çeşit el kitabına sahip olmak demek aslında. Yani bilim insanları bu kitabın sayfalarını okumaya ve anlamaya çalışıyor. Bu proje sayesinde daha etkili kişisel tedavi planları oluşturulabilir ve gelecekte oluşabilecek hastalıklar için çok öncesinden önlem alınabilir.

İnsan Genomu Projesinin genetik silahlarla olan ilişkisine gelecek olursak. Az önce de söylediğim gibi bu proje DNA’yı anlamayı ve her bireyin kendine has DNA’sına göre tedavi geliştirilmesini hedefliyor. DNA’yı anlayarak ve DNA’ya özel farklı yöntemler geliştirmek başka hangi alanlar için işe yarar bir yol olabilir? Tabi ki de silah alanında.

Eğer bu haritalandırma projesi başarılı olursa bu durum insanların DNA’larına özel ilaç gelişmekten silah geliştirmeye kadar çeşitli gelişmelere yol gösterici olabilir. Hatta bir gen silahıyla belli bir etnik kökene sahip insanlara zarar vermenin yanında 100 kişinin içinden seçilmiş tek bir kişiyi etkileyecek bir kimyasal bile üretmek mümkün olabilir. Bırakın o kişiyi hasta etmeyi gen yapısını tamamen değiştirebilecek girişimler bile olabilir.

Yine de bir gen silahıyla büyük bir topluluğu etkilemek mümkün müdür gerçekten? En azından tek bir formülle yapılacak iş değil gibi görünüyor. Neden? Çünkü hiçbirimiz aslında genetik olarak saf bir kökene sahip değiliz.

Genetik köken ile ilgili yapılan çalışmalar gösteriyor ki neredeyse tüm Avrupalılar 15000 yıl içinde gerçekleşen en az üç büyük göçten köken almakta. Bu göçebeler Avrupa boyunca karışarak bu günün insanlarını oluşturmuş. Sadece Avustralya Aborijinleri gibi küçük gruplar göçlerden etkilenmeyerek bozulmadan kalabilmiş. Yani geri kalan herkes karmaşık genetik kökenlere sahip... Bu da genetik dizilimlerin çok stabil olmayacağını gösteriyor. Yine de en azından tek bir insanın seçilip de genetiğine uygun bir silah yapmak hala mümkün. Bu çalışmaların genişletilmesiyle büyük kitlelere de ulaşılabilir tabi. Neden olmasın…

Benzer yazılar

Kaynaklar
Riedel S. Plague: from natural disease to bioterrorism. Proc (Bayl Univ Med Cent). 2005 Apr;18(2):116-24. doi: 10.1080/08998280.2005.11928049
van Aken J, Hammond E. Genetic engineering and biological weapons. New technologies, desires and threats from biological research. EMBO Rep. 2003 Jun;4 Spec No(Suppl 1):S57-60. doi: 10.1038/sj.embor.embor860




Yorumlar