Bu yazımda, en sevdiğim bilim kurgulardan birine yer vermek
istedim. Lucy. Duymayan kalmamıştır diye tahmin ediyorum. Filmde beyninin yüzde
yüzlük kapasitesine ulaşan Lucy isimli bir kadının serüvenini izliyoruz. Filmde
bilimsel pek çok konuya değinilmiş. Beynin tamamının kullanılmadığı
iddialarından evrimsel gelişime… İnsan doğasının yıkıcılığından evrenin
oluşumuna kadar… Filmde işlenen konular tek başına ayrı bir konu olarak ele
alınabilir ama biz şimdi beynin ne kadarını kullandığımız, ne kadarını daha
kullanabileceğimiz konularını tartışacağız.
Filmin konusunu biraz daha ayrıntılarıyla hatırlayalım. Dikkat bu kısım spoiler içerebilir.
Kahramanımız normal bir kız olan Lucy, erkek arkadaşı yüzünden
uyuşturucu mafyasının eline düşüyor. Sentetik bir uyuşturucu maddesinin
kuryeliğini yapmak zorunda kalan Lucy’nin karnına yerleştirilen paketten
transfer sırasında gördüğü muamele yüzünden sızıntı olur. CPH4 adındaki bu
madde Lucy’nin kanına karışır ve olanlar olur. Lucy’nin algıları açılır, zekâsı
artar; düşünce okuma, cisimleri uzaktan hareket ettirme, maddenin içini
görebilme, insanları yönlendirme gibi yetenekler geliştirir ve giderek yenilmez
bir hal alır. Sonlara doğru artık zamanda yolculuk yapmak hatta zamanı kontrol
etmek gibi deneyimler kazanır.
Filme tamamen bilimsel açıdan baktığımızda mantık hatalarının
arasında boğulabiliriz belki ancak bize anlatmak istediği ana temanın altı
tamamen boş değil. Hollywood çoğu bilim kurgusunu öylece çekip yayınlamaz. Dikkatinizi
çektiyse şimdiye kadar çevrilmiş çoğu bilim kurgunun ya da fantazyanın bir süre
sonra gerçeğe döndüğünü fark edersiniz. Jetgiller’in uçan arabaları, Star
Trek’in taşınabilir iletişim aracı (telefon), RoboCop’un giyilebilir ekranı,
Jurasik Park’ın hayvan klonlaması ve daha fazlası…
Bu filmlerde bahsi geçen çoğu senaryo gerçekte zaten
üzerinde çalışılan konular olduğu için Hollywood’un bilim insanlarıyla
iletişime geçmeleri bir sürpriz değil. Yani senaryolar yazılırken bilim
insanları da yardımda bulunuyor diyebiliriz. Bu da Lucy’deki insan beyninin tam
kapasite çalışırsa ne olur sorusuna yanıt arayışının altında zaten yapılmış ve halen
yapılmakta olan çalışmalar olduğu anlamına geliyor.
Film bize hangi konularda yol gösteriyor ona bakalım. Benim
gözüme çarpan ve araştırmamız gerektiğini düşündüğüm iki konu var. Birincisi,
CPH4 adlı madde… İkincisi ise beynin ne kadarını kullandığımız sorusu…
Film de CPH4’un, daha önce Limitless adlı filmde bahsi geçen
NZT-48 molekülü gibi beyinin çalışma kapasitesini arttırdığı söyleniyor. Peki,
gerçekten öyle mi?
CPH4 yani 6-carboxy-5,6,7,8-tetrahydropterin, vücutta
üretilen ve aromatik amino asit hiroksilazın bir kofaktörü olan
tetrahidrobiyopterinin oluşumu için gerekli bir enzimdir. Ne kadar gerçekte böyle
bir molekül var olsa da ne nörolojik bir etkisi ne de beyin gücümüzü geliştirme
gibi etkileri vardır. En azından henüz böyle bir etkinliği kanıtlanmamıştır.
Film süresinde bu maddenin beynin yüzde onluk kullanım
kapasitesini yüzde yüze çıkarışını izliyoruz. Peki, gerçekten beynimizin sadece
yüzde 10’unu mu kullanıyoruz?
Bu da bir şehir efsanesidir aslında. Luc Besson, filminde bu
efsanenin etkisini kullanmak istemiş anlaşılan.
Pozitron emisyon tomografisi ve manyetik rezonans
görüntüleme teknikleri gibi görüntüleme teknikleri sayesinde beyin aktivitesini
tespit edebiliyoruz. Bu konuda yapılan çalışmalara göre dinlenmek, bir resme
bakmak gibi basit işlemler için bile beynin yüzde onundan fazlasının aktif
olduğu saptanmış. İddiaların aksine bilim adamları henüz beynin hiç çalışmayan
bir bölgesini bulamadılar.
Bu durumda beynimizin gelişme ihtimali hayali suya mı
düşüyor? Tabi ki hayır… Beyin dinamik bir yapıdır. Sürekli olarak yeni
bağlantılar oluşturup ihtiyaç kalmayanlardan kurtulur. Yani değişir. Beyni iyi
yönde değiştirmek ve kurulan bağlantıları arttırmak da mümkündür. Öyleyse hala
şansımız var.
Belki NZT-48 ya da CPH4 ile değil ama başka yöntemlerle
beyni geliştirebiliriz. Beyin egzersizleri yapmak ya da kitap okumak en iyi
bilinen yollar. Ama bunlar yeterli mi? Aklımızda Lucy gibi bir süper güç varken
biraz daha zorlamalıyız diye düşünüyorum.
Bir CPH4 değil belki ama günümüzde üretilen bazı beyin
performansı arttıran besin takviyeleri ya da ilaçlar var. Nootropik olarak
geçen takviyelere balık yağı, resveratrol, kafein, fosfatidilserin,
asetil-L-karnitin, ginko biloba, kreatin, S-adenosil methionin,
metilfenidat gibi pek çok örnek verebiliriz. Beyni besleyen ve koruyan bu tarz
maddeler dolayısıyla beyine kan akışının arttırılmasına katı sağlıyor. Ama hala
gidecek çok yolumuz var. Çünkü bunlar bile bizim bir gecede kitap yazmamıza ya
da telepati yapabilmemize olanak sağlamıyor.
Elimizde başka neler var? Kimyasal maddeleri bırakıp beynin
içine ve çalışma prensibine bakalım. Öğrenilen bilgiler, anılar, dış uyaranlara
tepkiler… Tüm bunlar beyindeki elektriksel iletimler sayesinde oluyor. Yani
beyinin etkinliği elektrik oluşumu demek… İşte bu nokta da düşünmemiz gereken
bir şey daha ortaya çıkıyor. Dışarıdan bir müdahaleyle bu elektriksel iletileri
taklit ederek beyindeki bağlantı sayısını arttırabilir miyiz?
Londra’daki Imperial College araştırmacıları, düşük voltajlı
akım uygulamasının beynin farklı alanlarını birbirine senkronize edebildiğini
ve insanların kısa süreli hafıza gerektiren görevlerde daha iyi performans
sergileyebildiklerini kanıtladı.
On gönüllü ile yapılan bu çalışmada katılımcılardan iki
beyin bölgesine kısmen farklı zamanlarda, aynı anda ya da sadece ani bir
şekilde teta uyartıları verilirken artan zorlukta bir dizi hafıza görevi yapmaları
istendi. Katılımcılar, ekranda görünen sayıların bir öncekiyle aynı olup
olmadığını ya da o an beliren sayının iki önceki sayıyla aynı olup olmadığını
hatırlamaya çalıştılar.
Deneyin sonuçlarına göre, beyin bölgeleri senkronize şekilde
uyarıldığında tepki süresi kısalmış. Hatta iki sayının birden hatırlanması
gereken daha zor görevlerde daha büyük başarı sağlanmış. Dr Violante bu durumu
“Daha zor bir görev normalde daha yavaş yapılır, ancak senkronize uyartılarla
insanlar basitlerde olduğu gibi daha kısa sürede yaptılar,” şeklinde ifade
ediyor.
Bu deneyden de anlaşılacağı gibi beyne elektriksel uyartılar
vermek hafıza gelişimine iyi yönde etki edebiliyor. Tabi bu iş göründüğü kadar
basit değil. İstenen sonuçların elde edilebilmesi için beyinde doğru noktayı
bulmak ve doğru volt düzeyine karar vermek oldukça zor ve hassas bir durum. Konuyla
ilgili araştırmalar sürmekte. Tabi amaç bizi Lucy gibi birer süper güce
dönüştürmekten ziyade beyin hasarlarını düzeltmek. Hemen heyecanlanmayalım.
Konuya elektrik sinyalleriyle çalışan beyin hücrelerimizden
geldik. Bu resme farklı bir yönden bakacak olursak bu sefer elektriksel
titreşimlerin dalga benzeri modeller oluşturduğunu göreceğiz. Beyin dalgaları… Bilim
insanları beş farklı beyin dalgasından bahsediyor. Delta, teta, alfa, beta, gama…
Frekansı daha düşük beyin dalgaları sakin ve gevşemiş hissettirirken, frekansı
daha yüksek dalgalarınsa bizi harekete geçirdiği biliniyor.
Kısaca dalgaların hangi zamanlarda dominant olduğundan
bahsedelim. Derin uyku anında delta, derin olmayan uyku ya da derin meditasyon
sırasında teta, uyanık ancak fazla bilgi işlemezken alfa, odaklanma ve zihinsel
aktivitelerde beta, fikir üretme ve öğrenme durumlarında da gama dalgaları
üretiliyor.
Bu bilgiler ışığında beyni beta ve gama dalgaları düzeyinde
tutmayı başarırsak zihinsel aktiviteyi de arttırabiliriz gibi bir yorum yapabiliriz.
Tabi ki denenebilir ancak dikkat edilmesi gereken bir nokta var. Gama dalgaları
aynı zamanda stres demektir. Yani beynin gücünü arttırırken bir yandan da kendi
kendisini yemesine sebep olabiliriz. Yani eğer beyin dalgalarını yönlendirerek
bir şeyler yapacaksak dengeli gitmekte fayda var. Stresi azaltan alfa
dalgalarını kullanmak gibi… Ayrıca alfa dalgalarının yaratıcılığı da arttırdığı
söyleniyor.
Pekiiii... Çeşitli kimyasallar aldık, beynimize elektrotlar yerleştirdik
ve beyin dalgalarını gamaya çevirdik. En yüksek zihinsel aktivite düzeyimizdeyiz.
Şimdi ne olacak? Beyin gelişimi, öğrenme hızı ve sınırı nasıl bir durumda
olacak?
Şimdiye kadar yapılmış çalışmalarda beynin ya da hafızanın
sınırları tam olarak keşfedilememiştir. Farklı yerlerde çok yüksek rakamlarla
karşılaşmış olabilirsiniz ancak kesin olarak kanıtlanmış değiller. Yine de
kapasitenin ya ölçülmesi zor bir derecede büyük ya da sınırsız olduğunu iddia
edebiliriz. Northwestern Üniversitesi’nden Reber’e göre “İnsan hafızasının
sınırı bilgisayarın sabit disk kapasitesiyle değil, veri indirme hızıyla
ilgilidir. Sorun beynin dolması değil; ona gelen bilgi hızının hafıza sistemine
kaydetme hızından çok daha fazla olmasındadır.”
Reber’in fikrini esas alacak olursak beyni uyarıp veri
kaydetme hızını arttırabilirsek dünya üzerinde öğrenemeyeceğimiz bilgi kalmamış
oluyor. Belli bir sınırımızın var olmadığını ya da belleğimizin evrende bulunan
bilgileri alabilecek kadar büyük olduğunu varsayarsak ‘kapasiteniz doldu’
uyarısı alma ihtimalimiz de kalmıyor.
Peki, bir insan bu kadar çok bilgiyle ne yapar?
İlgi duyduğunuz bir konuyla ilgili bir şeyler öğrenmeye
başladığınız zamanları düşünün. Çoğunlukla insanlar bu gibi durumlarda
öğrendikçe öğrenmek ister. Çünkü her yeni bilgi öğrenilmemiş yeni bir bilgiye
açılıyor ve bunun sonu yokmuş gibi görünüyor. Gördüğü duyduğu her şeyi öğrenen
bir insan da durmayacaktır bence. Yoksa bu kadar büyük bir kapasiteye neden
erişmek istesin ki?
The Flash’ın, The Thinker’ı Clifford DeVoe, kötülük yapmayı;
Limitless’in Eddie Morra’sı kitap yazmayı, Lucy ise evrenin var oluş sebebini
araştırmayı seçmişti. Bana sorarsanız bu senaryolar arasında en akla yatkın
seçimi Lucy yapıyor.
Bilgi arttıkça ego
azalır. Bilgi azaldıkça ego artar.
Einstein’ın bu sözünün yaşayan örneklerini etrafımız da
çokça görmüşüzdür diye tahmin ediyorum. Yani beyin kapasitesi bu denli artan
bir insan kendi basit zaaflarıyla uğraşmak yerine bilginin kendisiyle ve
kökeniyle ilgilenirdi herhalde. Bu nedenle beyni tam kapasite kullanan bir
insanın Lucy’ninkine benzer bir yol izleyeceğini ve var oluş amacımızı
araştıracağını düşünüyorum. Tabi bunu özel yetenekler kazanarak mı yapar yoksa
var olan eserleri karıştırarak ya da dünyayı gezerek mi yapar bilemem. Ne yazık
ki artan beyin gücünün parapsikolojik tarafını açıklayan yeteri kadar bilimsel
bilgi ve araştırma yok.
Sizin bu konuyla ilgili bildiğiniz başka çalışmalar ya da
farklı bakış açılarınız varsa öğrenmeyi çok isterim. Şimdiden teşekkürler.
Kaynakça
Do We Really Use Only 10 Percent of Our Brain?
💯
YanıtlaSil....
YanıtlaSilÇok güzel bir değerlendirme yazısı yazmışsınız teşekkürler.👍🏼👏🏼👏🏼
YanıtlaSil