H.G. Wells’in “Zaman Makinesi” adlı kitabıyla popülerleşen ‘zaman yolculuğu’ kavramı, pek çoğumuzun
zaman zaman hayalini kurduğu bir senaryodur. İnsanlığın başlangıcına gidip ilk
insanla karşılaşmak, tarihten idol edindiğiniz birisiyle tanışmak, pişman
olduğunuz anlara geri dönüp değiştirmek hatta belki de büyükbabanızı öldürüp
varlığınızı yok etmek…
Peki, bu ne kadar mümkün? Her şeyden önce, zamanda yolculuk
konusunun bazı paradoksal sorunlara yol açabileceğini bilmemiz gerekiyor. Bu
hususta en bilindik olanı ‘Büyükbaba
Paradoksu’dur. Bu paradoksa göre eğer geçmişe gidip büyük babanızı
öldürürseniz böylelikle babanız hiç doğmayacak dolayısıyla sizde var
olamayacaksınız. İşte paradoks burada başlıyor. Eğer siz hiç var olmamış
olursanız geçmişe gidip büyükbabanızı öldüren biri de olmamış olacak.
Dolayısıyla siz yeniden var olacak ve bir döngüye sıkışıp kalacaksınız.
Böyle bir senaryoya dikkate alarak, geçmişe yolculuk için üç
türlü olası durumdan söz edebiliriz. Ya geçmişe gitmek geçmişin değişememesi
gerekçesiyle hiç mümkün olmayacak. Ya değiştirdiğimiz zaman çizgisi paralel bir
evren oluşturacak. Ya da geçmişe
gidebileceksiniz ancak sadece hiçbir şeye müdahale edemeyen bir gözlemci
olarak. O zaman mantıksal olarak geçmişe gitmek o kadar da imkânsız olmazdı
değil mi?
Zaman yolculuğu konusunda sanırım geleceğe gitmek geçmişe
gitmeyi araştırmaktan daha kolay. Hatta matematiksel olarak kanıtlanmış.
İkizler paradoksu bu duruma verilecek en basit örnektir. Hemen kısaca bu
paradoksu da açıklayalım.
İkizler paradoksu’nda.
Aynı yaştaki iki kardeş saatlerini birbirlerine göre ayarlıyor. Bu kardeşlerden
biri dünyada kalırken diğeri ışık hızına yakın hızda hareket eden bir gemiyle
uzaya gönderiliyor. Uzay gemisindeki kardeş dünyaya geri döndüğünde neredeyse
hiç zaman geçmemişçesine genç kalmışken diğer kardeş için durumların aynı
olmadığı görülüyor. Dünyada kalan için onlarca yıl geçmiştir ve bir zamanlar
aynı yaşta olduğu kardeşinden artık yaşça çok büyüktür. Bunun sebebi dünyada
zamanın uzay gemisindekine göre daha hızlı akması. Bir başka ifadeyle ışık
hızına yakın hızda hareket eden cisimlerde zaman daha yavaş akar. Bu da uzay
gemisinde ki kardeş için geçen bir dakikanın dünyada yıllara denk olması demek.
Bu paradoksa göre, uzaya gönderilen ikiz dünyaya döndüğünde
geleceğe ışınlanmış oluyor aslında. Tabi, dünya üzerinde oluşmuş olan bir zaman
çizgisi olmadığı gibi geri dönüş yolu da yok, o ayrı.
Sonuçta geleceğe gitmenin bir yolu var gibi görünüyor. Ancak
bu yeterli mi? Pek sayılmaz. Geri dönemiyorsak, istediğimiz zamanı
seçemiyorsak, kendi geleceğimiz yerine sadece dünyanın gelecekteki haline
ulaşabiliyorsak bu bizim için yeterli değil.
Zamanda yolculuk ne kadar sadece kurgusal bir senaryo gibi
görünse de bilim dünyası onu oldukça ciddiye alarak üzerine teoriler üretmeye
devam ediyor. Gelin şimdi nedir bu teoriler onlara bir bakalım.
İlk teori Einstein’dan geliyor. Az önce ikizler paradoksunda
bahsettiğimiz gibi ‘Görelilik Kuramı’na göre ışık hızına yakın bir hızda hareket edersek
zaman bizim için yavaşlamış olur. Ne
kadar ışık hızına yakınsak zamanda o kadar uzağa gidebiliriz. Ancak bunun
için çok gelişmiş bir uzay mekiğine ihtiyacımız var ki seyahatimiz sırasında
mekiğin içinde ezilmeyelim. Aksi takdirde geleceği görme umuduyla çıktığımız
yolculuğu ciddi fiziksel problemler yüzünden bitirmek durumunda kalırız.
Einstein’ın genel görelilik kuramından çıkan bir
diğer yol ise kütle çekimini kullanmak. Ne kadar çok kütle çekimi, o kadar yavaş
akan zaman… Yani geleceğe ışınlanmak için kara delikler gibi çok yüksek bir
kütle çekimine ihtiyacımız var. Buradaki tehlike ise kara deliğin çekiminden
kurtulamama hatta muhtemelen içine çekilme ihtimalinden doğuyor. Ve hala kara
deliğe düştükten sonra akıbetimizin ne olacağı bilinmiyor. Yine de en azından
kara deliklerin etrafındaki kütle çekimini kullanarak zamanı yavaşlatabiliriz
gibi görünüyor.
Kara deliklerden bahsederken ‘Solucan Delikleri’ne
değinmeden geçersek ayıp olur. Albert Einstein ve Nathan Rosen tarafından
ileri sürülen solucan deliklerinin, evrendeki kestirme yollar olduğu
söyleniyor. ‘Işınlanma nasıl mümkün olabilir’ adlı yazımda da bahsettiğim gibi bu kısa yol tünellerinin bir
tarafında kara delik diğer tarafında ise beyaz delik olduğu düşünülüyor.
Işınlanma içinde kullanılabileceğini düşündüğüm bu yolun, uzay zamanı bükerek
zamanda ileri ya da geri gitmek için de kullanılabileceğini de iddia
edebiliriz. Deliklerin olur olmadık zamanlarda kapanabilmeleri ve içeride
yolumuzu bulamama sorunlarına bir çözüm getirilebilirse neden olmasın ki?
Kara deliklerin büyük kütle çekimi ile uzay zamanı bükmesine
benzer bir başka etki de ‘Sicim Teorisi’nden geliyor. Bu
teoriye göre evren, sicim adı verilen ipliksi yapılardan oluşuyor. Bu sicimler
tıpkı bir müzik aletinin tellerinin titreşmesi ve farklı sesler üretmesi gibi
titreşerek farlı parçacıkların oluşmasını sağlıyor. Henüz var olup olmadıkları
kesin olmasa da matematiksel olarak kanıtlanmış durumdalar. İşte bu ipliksi
yapıların çevresine oldukça yüksek bir kütle çekimi uyguladığı biliniyor. E
artık yüksek kütle çekiminin marifetlerini bildiğimize göre iki sicimin bir
araya getirilmesinin uzay zamanı bükebileceğini söyleyebiliriz.
Uzay zamanı bükmenin yolları biter mi? Hayır… Sırada ‘Tipler
Silindiri’ var. Tipler silindiri, zaman yolculuğuyla öyle özdeşleşmiş
ki ‘Tipler Zaman Makinesi’ olarak da
adlandırılıyor. Tipler silindirinin mantığı ise sonsuz uzunlukta büyük kütleli
bir silindirin kendi ekseni etrafında ışık hızına yakın bir hızda dönmesi
sonucu uzay zamanı bükmesinden bahsediliyor. Eğer silindirin etrafında bir yöne
doğru yürürseniz zamanda geriye,
tersi yöne yürürseniz ileriye
gidebileceğiniz söyleniyor. Tabi bu da şimdilik sadece bir teori… Ama yine de
sadece yürüyerek zamanda yolculuk yapma fikri çok hoş. Üstelik bu sefer iki
yönlü.
Amerikan fizikçi Ron Mallet’in öne sürdüğü tipler
silindirine benzer bir diğer teori ise dönen bir ışık silindiriyle uzay
zamanı bükmek. Türbülansa giren bir madde uzayın ve zamanın içinde sürüklenmeye
başlar ve bu da zamanda yolculuk için bir imkân sağlar. Mallet, hala deneyi
için sermaye bulmaya çalışıyor. Başarılı olursa zamanda yolculuk hususunda yeni
bir kapı daha aralayabilir. Bol şans Mallet!
Bahsedeceğim son yöntem ise diğerlerinden biraz farklı. Bu
sefer uzayı zamanı bükmeden kendi zamanınızı durduruyoruz. ‘Suspended
animation’ yani ‘askıya alınmış animasyon’ olarak
bilinen bu yöntemle biyolojik işlevler yavaşlatılıyor ya da durduruluyor. 2005’de
yapılan bir çalışmada Amerikalı bilim adamları bu işlemi bir fare üzerinde
denediler. Oksijenle aynı reseptöre bağlanan az miktarda hidrojen sülfürle
farelerin metabolizmasını yavaşlatıp vücut sıcaklığını da 13 °C’a düşürdüler.
Altı saat sonra fareler hiçbir sağlık sorunu gözlenmeksizin uyandırılabildi.
Ancak ne yazık ki aynı uygulama koyunlar ve domuzlar üzerinde başarısızlığa
uğradı. Yani daha büyük yapıdaki canlılar için pek umut vaat ettiği söylenemez.
Çalışmalar devam ediyor. Hala geleceğin dünyasında uyanmak için bir umut var.
Özetleyecek olursak, kendinizi dondurarak ya da bir uzay
gemisine atlayarak gelecekte bir zamana kısa zamanda gidebilirsiniz. Fakat bir
zaman makinem olsun, zamanda ileri geri mekik dokuyayım diyorsanız uzay zamanı
bükebilmenin bir yolunu bulmanız gerekiyor. Bunun için ışık hızına yakın hızda
hareket edebilen, yüksek kütle çekimlerine dayanabilen, sizi tüm dış etki ve
çekimlere karşı koruyabilen bir zaman makinesi inşa etmelisiniz. Ne kadar zor
görünse de teorik olarak mümkün. Tabi hala zaman çizgisini değiştirmek ne kadar
olası bilmiyoruz. Ama en kötü ihtimalle bir seyirci olarak gidebilme
ihtimalimizin güçlü olduğunu düşünüyorum.
Kim bilir belki bir gün bizim de bir *TARDİS’imiz olur.
*TARDIS (Time And Relative Dimension In Space):
Doctor Who adlı bilim kurgu dizisindeki zaman makinesi.
Kaynaklar
Time travel: five ways that we could do it
Yorumlar
Yorum Gönder