Son model bir araba, havuzlu bir villa, banka hesabında milyonlar, başarılı bir kariyer… Pek çok insanın hayalini süsleyen o mükemmel hayat… Bazı insanlar için bu varlıklara ulaşmak kolay gibi görünürken, bazıları için nedense bir hayli zordur. Böyle durumlarda hayallerine ulaşmak için yollar arayan, azmini nasıl körükleyebileceğini sorgulayan ve talihsizliklerine bir çözüm arayan insanoğlu, çeşitli zihinsel uygulamalara da başvurmaya başlar. Çalışmak elbette iyidir, ancak bazen yeterli olmaz. Bazen her şeyden önce düşünce yapısını değiştirmek gerekir. İşte tam da bu anda sosyal medyada karşımıza mucizeleri vaat eden bir paylaşım çıkar. Manifest!
Kimi hayalleri ayrıntılarıyla kâğıda dökmekten bahseder,
kimileri her gün tekrarlamak üzere bir mantra oluşturmayı, kimisi de vision
board hazırlamayı tavsiye eder. Daha birçok yöntem ve her yöntemin kendine has
kuralları vardır. Ancak ben bu yazımda nasıl manifest nasıl yapılırdan ziyade
manifestlerin bilimsel açıdan nasıl bir temeli olabileceği üzerine düşüneceğim.
Manifestlerin bilim dünyasınca muhtemelen en kabul
edilebilir açıklaması düşünce tarzını ve bakış açısını değiştirmektir. Mucizevi
bir olaydan ziyade kişiyi hayallerine ulaşma yolunda daha motive hale getirir
ve o yolda daha verimli çalışmasına yardımcı olur. Ayrıca belli bir fikre
takılı kalan beyin algıda seçicilik prensibine göre önemli fırsatları daha iyi
fark edebilir ve fırsatları değerlendirebilir. Elbette ki en büyük etkilerinden
biri budur insan üzerinde. Ancak mucizeleri çekmek kadar heyecan verici değil.
Otomatik fonksiyonların kontrolünden, bilinç altı dünyası ve bilinç oluşumuna kadar her açıdan tam bir karmaşa olan beynin kendisi mucizelerle doludur aslında. Her daim aktif olan bu 1,4 kiloluk organ vücudun enerji ihtiyacının %20’sini harcamaktadır. Ve evet tekrar vurgulamak istiyorum. Her daim aktif. Uzaklara daldığımızda da rüya alemlerine daldığımızda da…
Peki dış dünyada bir şeye odaklanmazken beyin arka planda
nasıl bir dünya da neler yapıyor olabilir?
İçsel Dünya Ağımız- Varsayılan Mod Ağı
Elbette ki dışarıdan gelen bilgiler filtrelenince elde olan bilgileri kullanarak içsel bir yolculuğa çıkıyoruz. Dinlenen bir beyin “boş” olmaktan çok uzakta, bilinçli farkındalığın altında aktif olarak çağrışımlar yapmakta ve deneyimleri işlemektedir. Bu içsel yolculuğu sağlayan sisteme Default Mode Network (DMN) yani Varsayılan Mod Ağı deniyor. Bu öyle bir ağ ki, bilinçli zihinden farklı olarak beynin geniş bölgelerine yayılmış şekilde çalışır. Kişisel iç dünyamızın perde arkasında çalışan DMN’nin merkezinde; benliğe dair düşünceleri yöneten medial prefrontal korteks, hayal edilen sahneleri canlandıran posterior singulat korteks/prekuneus ve geçmişin izlerini taşıyan hipokampal formasyon gibi bölgeler yer alır. Ayrıca gelecek ile ilgili plan yaparken (zihinsel geleceğe yolculuk) yine anıları kullanarak hipotetik senaryolar üzerinden DMN’yi aktive ediyoruz.Veeee bana göre en ilginç özelliklerinden biri bu sistemin
muazzam yaratıcılık ve problem çözme becerileri.
Arşimet suyun kaldırma kuvvetini durduk yere mi buldu. Cisimlerin
yoğunluğu ve hacmiyle ilgili matematiksel ve fiziksel prensiplerle ilgilenirken
hamamda zihninin muhtemelen büyük ölçüde serbest kaldığı bir anda “evreka" anını
yaşadı. Newton hareket yasaları ve gökcisimlerinin davranışı üzerine çalışırken
beklemediği bir anda elmanın düşüşü zihninde bir aydınlanmaya sebep oldu ve
buna yer çekimi dedi. Kendi hayatınızı düşünün. Bir sohbet sırasında bahsi
geçen birinin adını hatırlamaya çalıştınız ancak hatırlayamadınız. Uzun süre
düşünseniz de bir türlü aklınıza gelmedi ve siz de hatırlamaya çalışmaktan
vazgeçtiniz. Ancak o gün içerisinde birkaç saat sonra belki bulaşıkları
yıkarken ya da yürüyüş yaparken bir anda zihninizde o isim “aha!” efektiyle belirdi.
Tanıdık geldi mi?
Bazı çözümler, cevaplar, yaratıcı fikirler o konu üzerine
yoğun bir düşünme seansından sonra zihni serbest bıraktığımızda adeta bir
şimşek çakması gibi ortaya çıkmaktadır. İşte o serbest bırakma anında kontrolü ele
alan DMN’dir.
Odaklanan beyin, yaptığı görevle ilgili olan beyin bölgelerini
daha yoğun aktive etmektedir. Ancak böyle olduğunda bazı cevaplar dikkatten
kaçabilir. Şöyle düşünün. Bir defter arıyorsunuz ancak aradığınız defter kırmızı
ve sizde kırmızı görmeyi beklediğiniz için defteri her yeri altüst etseniz de
bulamıyorsunuz. Ancak pes edip masaya oturduğunuzda masanın üzerinde açık duran
bir defter fark ediyorsunuz. Aradığınız defter en başından beri gözünüzün
önündeymiş ama açık bir şekilde durduğu için kırmızı kapağını göremediniz. Siz
onu farklı şekilde görmeyi beklediğiniz için algınız onu fark edemedi.
Bu, sizin unutkanlığınız ya da dikkatsizliğinizden değil
beynin çalışma şeklinden kaynaklanıyor. Gün içerisindeki aktiviteleri olabildiğince
hızlı ve verimli yapmaya programlıyız. Enerji harcamasını en aza indirmek
istiyoruz. Hayatta kalmamız için bunlar önemli meziyetler. O yüzden herhangi
bir şey yaparken, eğer sıklıkla maruz kaldığımız bir durumsa, beynimiz muhtemelen
göreceği, duyacağı, hissedeceği duyuları önceki anılara dayanarak öngörüyor. Böylece
daha hızlı reaksiyon verebiliyoruz. Bu avantaj dezavantaja da dönüşebilir ancak
neyse ki DMN sistemi odaklanan beynin ön yargılarından arınmış bir şekilde zihinsel
araştırma yapabiliyor.
Bu bilgilere ek olarak akılda bulundurulması gereken bir
diğer önemli nokta ise hipokampüs tek başına hafıza merkezi olmadığıdır. Hatırlama
işleminde büyük çoğunlukla aktif olsa da hipokampüs asıl olarak yeni anı oluşumunda
görevlidir ve bu yeni anılar kortekse yani beyinin geneline yayılmış şekilde
kodlanır. Hatta bir bilgi yeterince tekrar edilmiş ve yerleşmişse bilinçli
zihin (prefrontal korteks) bazen bir bilgiyi hatırlamak için hipokampüse bile
başvurmayabilir.
Burada asıl vurgulamak istediğim nokta şu. Bir çözüm
üretirken kullandığımız anılar tüm beynin genelinde yayılmış şekilde bulunuyor
olabilir. Bu durumda biz tek bir alana odaklandığımız için çözümleri kaçırıyor
olabiliriz. DMN’nin avantajı da burada. Yaygın bir ağ olarak tüm veri
kaynaklarına erişim sağlayarak aradığımızı bize sunuyor olabilir. Yani aslında
DMN sadece boş durduğumuz anları hayallerle doldurmuyor, kavramlar arasında
yeni bağlantılar kurarak aktif olarak fikir üretmeye ve bulmaya katkı sağlıyor.
Tamam ama bütün bunların manifestlerle alakası ne? Neden
durduk yere DMN’yi bu kadar övüyorum?
Sürekli Aktif Manifest Ağı 😊
Manifestler istenen bir sonuca odaklama veya bir hedefi
gerçeğe dönüştürme umuduyla sık sık görselleştirme üzerinden yürümektedir.
Dikkat ettiyseniz gelecek planlama ve hayal kurma da DMN’yi aktive edebilmektedir.
Bunun yanında eğer biz hayallerimize giden yolun tam olarak hangi aşamalarla
hangi yoldan gidilerek yapılacağını biliyor olsaydık ve bu bizim için kolay
olsaydı belki de hiç manifestlerle uğraşmazdık. Yani aslında hayallerimiz büyük
ölçüde bizim için cevaplanması gereken bir soru gibidir. Ve bu cevaplar belki
de bizim zihnimizde çoktan vardır, ancak biz bu dağınık bilgi yığınını bir
araya getirip cevabı bulamıyoruzdur.
İşte bu sebeple bir manifest ya da meditasyon bizim bu
çözülmesi gereken problemi DMN’ye paslamamızı sağlıyor olabilir. Aklımızda bir
soru var ve bir adım geri çekilip gerisini sürece bırakıyoruz. Eğer daha önce
manifestlerle ilgili bir şeyler okuyup izlediyseniz, çoğunun bir süre odaklanma
çalışmasından sonra serbest bırakmaktan bahsettiğini fark etmişsinizdir. Bu
sırada işi DMN’ye devretme işlemini yapıyor olabiliriz.
Yani manifestler mistik güçleri harekete geçirmekten ziyade nörobilime
dayanarak DMN’yi hedef-odaklı aktif tutmayı sağlıyor olabilir. Böylelikle hedefe
giden yolda daha sağlam bir iç görüye ve fırsatları yakalama yönünde daha
uyanık bir farkındalığa sahip hale getiriyoruz kendimizi. O zaman hedeflerimizi
ayrıntısıyla zihnimizde canlandırıp, hayalini kurup, hangi yoldan ona
ulaşabileceğimize dair kendimize sorular sorarak zihnimizin bu düşünceyi arka
planda döndürüp durması reaksiyonunu başlatabiliriz.
Şimdi “İyi ama başta bahsettiğin mucizeleri çekme ile ilgili
değil ki bu?” diyebilirsiniz. Sakin olun birazdan oraya geleceğim. Bu sadece
ilk adımdı. Ki zaten çoğu manifets tekniğinde de önce bakış açısını
değiştirmekten söz ederler. İlk basamak da beynimizi programladık. Şimdi bundan
sonra ne olacak. Çünkü aslında artık serbest bırakmamız gerekiyor. Yani bundan
sonrasını da beynimizin halletmesi gerekiyor. Peki bunu nasıl yapabilir?
Bekleyen Bir Mesajınız Var
Size Elektroensefalografi’nin (EEG) kurucusu Alman bir psikiyatrist Hans Berger’in hikayesinden kısaca bahsetmek istiyorum. Hans Berger gençken bir at kazası geçiriyor. Tam o sırada kız kardeşi yoğun bir endişe hissederek ailesine telgraf çekiyor onun durumunu sorguluyor. Bir süre sonra Berger aileyle iletişim kurduğunda kız kardeşinin onun kazaya uğradığı sırada bu hislere kapıldığı ortaya çıkıyor. Berger bu olayı telepatik bir olay olarak görüyor ve hayatı boyunca unutmuyor. Bu deneyim Berger’i insan düşüncelerinin fiziksel bir enerji formu ile ifade edilip edilemeyeceğini araştırmaya itiyor. Böylece yıllar sonra beyindeki elektriksel aktiviteleri ölçmemizi sağlayan EEG’yi geliştiriyor.
Beyin aktivitesi sırasında bazı nöron grupları ritmik bir düzende birlikte ateşlenerek farklı frekanslarda beyin dalgaları üretir. EEG bu elektriksel dalgalanmaları kafa derisinden ölçmeyi sağlayan bir kayıt tekniğidir. Bu yazıda EEG dalgalarının ayrıntısına girmeyeceğim ancak farklı mental durumların farklı EEG dalga formlarına sebep olduğunu belirtmekte fayda var.
DMN’nin işlenmesi çok yavaş salınımlara sahiptir. İlk olarak
fMRI beyin görüntüleme çalışmalarında yaklaşık 0,01-0,1 Hz gibi oldukça yavaş (infraslow)
senkronize dalgalanmalarla keşfedilmiştir. Geleneksel EEG’de infraslow
dalgalanmaları tespit etmek pek mümkün olmasa da modern EEG yöntemlerinde fMRI
çalışmalarıyla örtüşen sonuçlar elde edilmiştir. Yani DMN’de kendine has ve
dışarıdan ölçülebilir beyin dalgaları üretebilmektedir.
DMN’de yavaş dalgaların yanında aynı zamanda aktif düşünme
ve aktivite sırasında ortaya çıkan gama dalgaları da üretilebilir. Yapılan bir intrakraniyal
EEG çalışmasında zihin gezintisi ve yaratıcı fikir üretme görevlerinde DMN
bölgelerinin gama frekansında artış olduğu gösterilmiştir. Aktif bilgi
alışverişiyle ilişkilendirilen gama frekansının dinlenme hali ile
ilişkilendirilen DMN’de de görülmesi içsel düşüncelerin statik bir durumdan çok
elektrotlarla tespit edilebilen organize bir aktivite olduğunu göstermektedir.
Kısacası beyniniz bir düşünce ile meşgulken (gerek dinlenirken
gerek aktifken) ölçülebilir elektriksel dalgalar üretmektedir. Dikkatinizi çekerim
bu dalgalar zayıflayarak da olsa kafa derisine ulaşabilmekte ki biz de bunu
dışarıdan EEG olarak kayıt edebilmekteyiz.
Yani sadece düşünerek etrafımızda bir şeyleri harekete
geçirme ihtimalimiz var. Gibi.
Bu durumda bir manifest söz konusu olduğunda DMN sizin
sorunuzun cevabını arka planda araştırırken sürekli olarak belli bir düzende
dalga yaymaya devam etmekte, bir diğer ifadeyle mesaj gönderimine durmaksızın
devam etmekte olabilir.
Nöronların elektriksel dalgaları kafa derisine sönümlenerek
ulaşsa da EEG sistemi bu dalgaları büyütebilecek amplifikatörlere sahiptir. Yani
bir dalganın zayıf olması onun ölçülmesine engel değildir. Peki ama bu
elektronik sistemlerle yapılabiliyorsa bu sistemler olmadan dalgaların ne anlamı
olacak?
İşte burada farklı bir bilim dalına başvurarak kuantumdan
yardım alabiliriz.
Mesajınız Statik Değil
Lise bilgilerinizden hatırlayabileceğiniz üzere ses gibi dalgalar boşlukta yayılamaz çünkü yayılmak için maddesel ortama ihtiyaç duyarlar. Ancak bu durum elektromanyetik dalgalar için geçerli değildir. Işık, radyo dalgaları, x-ışınları gibi elektromanyetik dalgalar maddeye ihtiyaç duymadan boşlukta da yayılabilirler.
Kuantum fiziği açısından yaklaşacak olursak her tür
parçacığın bir kuantum alanı vardır ve bu alanlar tüm uzaya yayılmıştır. Boşluk
kabul edilen yerlerde bile bu alanlar titreşirler ve buna vakum dalgalanmaları
(vacuum fluctuations) denir. Yani klasik fiziğin aksine boşluk hiçbir şeyin
olmadığı mutlak boşluk değil, sürekli titreşen bir enerji matrisi ile dolu
kuantum alanlar denizidir.
Beynin elektriksel aktivitesinden bahsetmiştik burada bu
elektriksel alanın manyetik alan da oluşturabileceğini dile getirmekte fayda
var. Dolayısıyla elektrik ve manyetik alan oluşturabilen insan beyninin kuantum
alanda bir gözlemciden ibaret değil etki oluşturma potansiyeline sahip bir
kaynağa dönüşebileceğini iddia edebiliriz. Yani zayıf da olsa beyinde oluşan
manyetik alan bu kuantum alanda denize atılan bir taşın oluşturacağı yayılan
dalgalar gibi bir dalga serisi oluşturabilir.
Bunlar şimdilik sadece teori ve ölçülebilirlikleri ne yazık
ki sınırlı. Ayrıca beyinden yayılabilecek bu enerjiler yayılmak için oldukça
zayıf kabul edilmekte. Teoride. Ancak tamamen göz ardı edilemez. Çünkü rezonans
denen bir şey de var.
Hayalinizle Aynı Frekansta Olun
Rezonans, bir dalganın kendi frekansına uygun bir titreşimle
uyarılması durumunda dalganın titreşiminin genliğinin artış göstermesidir. Bu
durumu göz önüne aldığımda şöyle bir çıkarımda bulunabilirim. Düşünceler zayıf
bir titreşim yaysa da kendi frekansında bir sisteme ulaştığında bu iki titreşen
sistem birbirinin genliğini büyütebilir. Yani hedeflediğiniz durum da
düşünceler de kuantum enerji denizinde yer kaplayan titreşimli sistemlerdir ve
birbirini bulduğunda hedef sizinle aynı frekansta titreşerek belki sizin
hayatınızda belki de görüş alanınızda daha görülebilir hale gelecektir.
Bu çıkarım aslında bizi manifestlerin temeline
getirmektedir. İstediğin şeyle aynı frekansta titreşim yayma mevzusuna yani. Ki
rezonans ve kuantum teorileri bunu teorik açıdan mantıklı da kılmaktadır. Ancak
şunu söyleyebilirim ki bir hedefi kendi hayatımıza çekmek istiyorsak bu durumda
hareket halinde olmakta yani o hedef uğruna bir şeyler yapıp o hedefle aynı ortamda
bulunmakta da fayda vardır. Bahsettiğimiz dalgaların zayıf niteliğini düşünecek
olursak hedefe ne kadar yakın olursak onu çekme ya da büyütme olasılığımız daha
yüksek olacaktır.
Özetle, beynimizin arka plan yazılımı olan DMN, sadece iç dünyamızı değil, dış dünyayla olan rezonansımızı da etkileyebilir.
Bu bilgilere dayanarak benim en mantıklı bulduğum manifest
pratiklerinden birisi kendinize bir soru sormak olabilir. Böylece DMN’yi bu
soruyla bir süre meşgul edebiliriz. Mesela nasıl daha yüksek notlar alabilir? Hayalimdeki
bu evi nasıl alabilirim? Nasıl 1 milyon dolar kazanabilirim?
Bir diğer mantıklı bulduğum yöntem ise vision board’lar. Vision
board (ya da vizyon panosu) hedeflerimizi temsil eden görsellerden oluşan bir
kolajdır. Bunun nasıl bir avantajı olabilir? Birincisi beyine sürekli olarak
hedefi hatırlatan bir mesaj iletimi sağlar. İkincisi hedefi görselleştirdiği
için hayalde canlandırma işleminde size bir kolaylık sağlayabilir. Çünkü zihinsel
görselleştirmek herkes için kolay değildir. Zihninizdeki hedef ne kadar netse çevrenize
o düşünceyi yansıtma gücünüzde o kadar güçlü olur.
Sizin düşünceleriniz neler? Manifestler bilimsel temellere
sahip olabilir mi? Siz hayatınıza neleri çekmek isterdiniz?
Meraklısına:
Creativity—theunconscious foundations of the incubation period
Default mode networkelectrophysiological dynamics and causal role in creative thinking
Exploring theelectrophysiological correlates of the default-mode network with intracerebralEEG
Yorumlar
Yorum Gönder