Reenkarnasyon, basitçe bir hayatı bırakıp diğerine geçmek anlamına gelmektedir. Ruh önceki yaşamın ahlaki kalitesine göre bir sonrakinde insan, hayvan ya da bir bitki olarak yeniden dünyaya gelir. Ancak kişi, başka bir bedene geçse dahi özünde aynı kalır.
Reenkarnasyon genellikle Hinduizm ve Budizm gibi dinlerde
yer alır. Ancak İslam, Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi dinler genellikle
reenkarnasyonu reddeder. Reenkarnasyon aynı zaman da Yunan felsefesinde de yer
almaktadır.
Antik Batı Dünyasında Reenkarnasyon
Bazen laik sosyal kulüplere veya kardeşliklerden dönüşen
gizemli dinler, çok çeşitli reenkarnasyon törenlerini ve inançlarını benimseyebiliyor.
Bunlardan bazıları Orfizm, Pisagor ve Platon.
Orfizm, MÖ altıncı veya yedinci yüzyılda başlayan popüler
bir gizem diniydi. Takipçileri, efsanevi bir müzik figürü olan Orpheus'un sözde
yazılarını incelediler. Ölüme direnen ve insan ya da hayvan formunda vücut
bulabilen bir ruha inanıyorlardı. Orfikler, ruhun ilahi olduğunu ve beden
tarafından hapsedildiğine inanıyordu. Doğru bir yaşam sürdüren bir ruh, ölüm
sonrası cennete yani Elysium'a gidebilir; kötü ruh da cehennemde azap çeker.
Ancak ölümden sonraki yaşam sonsuz değildir ve bir süre sonra ruh yeni bir
bedende yeniden doğar. Bir ruh, ancak üç iyi Orfik yaşamdan geçtikten sonra
reenkarnasyon döngüsünü sonlandırabilir.
Güney İtalya merkezli bir başka gizem topluluğu da Pisagor (Pythagoras)
kardeşliğidir. Kardeşlikten filozof ve matematikçiler, ruhun bir insan veya
hayvan vücudunda yeniden canlanabileceğine inanıyordu. Bu inanç, vejetaryenliğin
benimsenmesine yol açtı. Kardeşlik, ruhun yıldızlardan geldiği, ancak yeryüzüne
düştüğü ve insan bedeniyle birleştiği öğretisini benimsemiştir.
Filozof Platon da ruhun defalarca reenkarne olduğuna
inanıyordu. Platon, yedi gezegensel kürenin ve sabit yıldızlardan oluşan
sekizinci bir kürenin Dünya'yı çevrelediğini düşünüyordu. Bu düşünceye göre ruhlar
gezegenlerden geldiler, yeryüzüne indiler, bedenlerle birleştiler ve sonra
kendilerini özgürleştirmeye ve yıldızlara yükselmeye çalıştılar.
Reenkarnasyon Araştırması
Reenkarnasyon üzerine bilimsel araştırmalarda önde gelen Virginia
Üniversitesi'nden psikiyatrist Ian Stevenson geçmiş bir yaşamı hatırladığını
iddia eden küçük çocuklarla ilgili birçok raporu inceledi. 40 yıllık bir periyodu
kapsayan 2500'den fazla vaka üzerinde çalıştı ve Reenkarnasyonu Düşündüren
Yirmi Vaka ve Reenkarnasyon ile Biyolojinin Kesiştiği Yer de dâhil olmak üzere
12 kitap yayınladı.
Stevenson, her çocuğun ifadesini metodik olarak belgeledi ve
ardından çocuğun özdeşleştiği ölen kişiyi teşhis etti ve ölen kişinin yaşamına
ilişkin gerçeklerin çocuğun hafızasıyla örtüştüğünü doğruladı. Ayrıca, Reincarnation
and Biology'deki otopsi fotoğrafları gibi tıbbi kayıtlarla doğrulanan, doğum
lekelerini ve doğum kusurlarını ölen kişinin üzerindeki yaralar ve izlerle karşılaştırdı.
Reenkarnasyonu sıklıkla "kişiliğin ölümden sonra
hayatta kalması" olarak tanımlayan Stevenson, geçmiş yaşamların varlığını
insan durumundaki farklılıklar için potansiyel bir açıklama olarak gördü.
Geçmiş deneyimlerin yanı sıra genetiğin ve çevrenin cinsiyet disforisini,
fobileri ve diğer açıklanamayan kişilik özelliklerini aydınlatmaya yardımcı
olabileceğine inanıyordu.
Stevenson, reenkarnasyonu kanıtlamak amacıyla değil yalnızca
makul olabileceğini göstermek istediğini iddia etti. Stevenson'ın çalışmaları
bilim camiası tarafından büyük ölçüde reddedildi. Şüpheciler, reenkarnasyon
için kanıt iddialarının seçici düşünceden ve genellikle kişinin kendi inanç
sisteminden ve temel korkularından kaynaklanan yanlış anılardan kaynaklandığını
ve bu nedenle deneysel kanıt olarak sayılamayacağını savunuyorlar.
Şu an için reenkarnasyonun gizemini ortaya çıkarabilecek ne güçlü nesnel kanıtlar ne de spesifik araştırma yöntemleri vardır.
Peki, Stevenson’ında değindiği gibi bazı açıklanamayan
fobiler ve kişilik özellikleri nasıl oluşuyor. Bildiğiniz gibi sadece reenkarne
olduğunu iddia eden çocuklarda değil diğer pek çok insanda da açıklanamayan
bazı fobiler gözlenebiliyor. Daha önce herhangi bir travmatik olay yaşanmamış
dahi olsak da karanlıktan korkma, kapalı alanda daralma veya yüksek yerlerde
gerilme ve titreme gibi deneyimler yaşayabiliyoruz. Eğer reenkarnasyonla
bilimsel olarak açıklayamıyorsak bu durumu başka nasıl açıklarız?
Genetikle…
Genlerimiz bize bazı fobileri miras bırakıyor olabilir…
Sebepsiz yere yüksekten korktuğumuz zaman aklımıza hemen
“önceki hayatımda yüksekten düşmüş olmalıyım” gelmesin. Çünkü bunun bilimsel
bir açıklaması var. Atalarımızdan aldığımız genlerimiz.
Araştırmalar, bazı anılarımızın, korkularımızın ve
davranışlarımızın genetik olarak atalarımızdan nesillere aktarıldığını
gösteriyor.
Doğuştan gelen ve genetik yoluyla aldığımız bazı hastalıklar
gibi korkularımızı da genetiklerle almamız mümkün. Bilim insanları tarafından
yapılan son araştırmalar, ebeveynlerimizden, büyükanne ve büyükbabalarımızdan
ve diğer atalarımızdan korku, hastalık veya travma gibi karşılaştıkları zor deneyimlere
bizi daha iyi hazırlamak için onların DNA'larının içgüdüsel bir çabasıyla bir
sürü genetik hatıra aldığımızı gösteriyor.
Emory Üniversitesi Tıp Fakültesi'ndeki araştırmacılar küçük
kemirgenlerin bilgi ve fobileri nesiller boyunca aktarabildiklerini
keşfettiler. Bilim adamları fareleri aldılar ve bir dizi küçük elektrik şokuyla
kiraz çiçeklerinin kokusuna karşı bir tiksinti uyandırdılar. Buna maruz kalan
ve bu korkuyu sergileyen farelerin sonunda, elektrik şokuna hiç maruz kalmamış
ve korkmak için bir nedenleri olmamasına rağmen, kiraz çiçeği kokusundan da
korkan yavrular ürettiklerini gözlemlediler. Araştırmacılar ayrıca, bu
farelerin beyinlerinin, şartlandırmaya maruz kalmış ebeveynleri veya ataları
olmayan diğer farelerden yapısal olarak farklı olduğunu keşfettiler. Fareler
yapay döllenme ile de oluşturulsa korkuyu ilk geliştiren ebeveynleri ile herhangi
bir etkileşimi olmamasına rağmen kiraz çiçeğine karşı korkularının olduğu
görülmüştür.
İsrail'deki Tel Aviv Üniversitesi'nde benzer deneyler
yapıldı ve bilim adamları solucanlardaki açlık ve virüs gibi koşulların
yavrularının DNA'sını etkilediğini keşfettiler. Araştırmacılar, bu spesifik
genlerin, nesilleri zorluklara hazırlamak için içgüdüsel bir girişimle
aktarıldığı sonucuna vardı.
Bilim adamları henüz bu fenomeni insanlarda gerçekten test
etmediler. Ancak deney, anıların biyolojik olarak aktarılabileceğine dair bazı
güçlü kanıtlar gösteriyor ve bu genetik aktarmaların sonuçları, bazı insan
davranışlarını anlamada anahtar olarak görülebilir. Test edilen türlerden çok
farklı olsak da bu araştırmanın bulguları insan genetiği açısından oldukça
dikkate değer.
Bu araştırmaların ışığında hastalık, korku ve anıların bir
şekilde nesilden nesile aktarılabileceğini biliyoruz. E beynimizde sahte anılar
üretebilen bir organ iken bir önceki hayatımızdan bahsetmeye neden başlamayalım
ki?
Anılar değişebilir, şekillendirilebilir, birkaç farklı olayın birleştirilmesiyle oluşturulabilir.
Her olayın tanık olan kişi sayısı kadar farklı açısı vardır.
Herkes aynı olayı kendi açısından yorumlar ancak hiçbiri gerçekle birebir
örtüşmez. Eğer ki bir de yaşanan olaya dair hafızamızda boşluklar varsa geçmiş
olsun. Çünkü beynimiz o boşlukları elindeki bilgileri yorumlayarak
dolduracaktır. Ancak bu yorumları yaparken doğruyu mu yoksa tamamen kurguyu mu
kullandığından emin olamayız tabi. İşte bunlara sahte anı diyoruz. Gerçek gibi
görünen ancak kısmen ya da tamamen uydurulmuş anılar…
Genlerimiz bize deneyimlemediğimiz durumlarla ilgili bazı
hisler, korkular, düşünce tarzları ya da hastalıklar miras bırakabiliyor.
Beynimiz de oradan buradan duyduğumuz bilgileri bilinç altında birikmiş diğer
bilgilerle harmanlayarak yaşamadığımız olayları bize ait anılarmış gibi
sunabiliyor. Bunun sonucunda hayatımızda olması mümkün olmayan ancak
hatırladığımız ve bizde izlerinin olduğuna inandığımız durumlar yaşayabiliriz.
Eğer tamda o anda birisi çıkıp “ya bunlar senin önceki hayatından kalma
anılarsa” derse tüm taşlar yerine oturur ve sizde önceki hayatınızı hatırladığınızı
düşünmeye başlayabilirsiniz. Tabi bu sadece benim fikrim. Bunun başka pek çok
yolu olabileceği gibi belki de gerçekten geçmişte yaşamış birinin anıları uzay
zamandaki çatlakların birinden beyninize sızmıştır. Bilemiyorum.
Yani bilimsel olarak kanıtlanmış ve akla yatkın tek
reenkarnasyon örneği atalarımızda aktarıla gelen hastalık ve korkularımız gibi
etkenlerdir. Bir başka bedenden sizin bedeninize aktarıldığı için kendinizi
önceki nesillerinizin bir reenkarnasyonu olarak görmek isterseniz bir şey
diyemem. Ancak bu sadece bir kalıtım olayıdır. Gerisini nasıl yorumlayacağınız
size kalmış.
Eğer bir başka yaşamınız daha olacaksa iyi karma sizlerle olsun…
Yorumlar
Yorum Gönder