Dr. Beyin - Zihinsel Tedavi

EN

İnsan beyni bizi öyle anlarda öyle sürprizlerle şaşırtıyor ki bu mucizevi organın neler yapabileceğini hala tam olarak kestirebilmemiz mümkün olmuyor. Sayısız becerilerinin biri ise vücudun sadece otomatik sistemlerini değil sahip olduğumuz hastalıklara dahi etki edebilmesi. Yani sadece düşüncelerle bile sağlığımızı iyileştirip kötüleştirebilme yeteneğine de sahip olmasından bahsediyorum.

Plasebo ve nosebo etkilerini hiç duymuş muydunuz? Noseboyu değil belki ama plaseboyu hemen hemen herkesin duyduğunu düşünüyorum. Ve bu etkilerin bir illüzyon-vari küçük etkiler dışında çok daha önemli olduğunu ve belki mucizeler bile yaratabileceğine inanıyorum. Beynimizi hafife almayalım ve kendi başına vücudumuzda nasıl etkiler yapabileceğine bir bakalım.

Bu yazımda plasebo ve nosebo etkilerinden ve klinik çalışmalarda neden çok önemli olduklarından bahsedeceğim. Beynimizin bu gücüne bir kanıt olarak da esrarengiz hastalık parçalanmış kişilik bozukluğuna değineceğim. Hadi başlayalım ve sadece düşüncelerle neleri değiştirip iyileştirebileceğimize bir bakalım.

Plasebo

Plasebo Etkisi Nedir?

Plasebo, kişiye boş bir ilaç (yani hiçbir tıbbi etkisi olmayan), şeker ya da sadece salin serum verildiğinde, sanki gerçek ilaç verilmiş gibi iyileşmenin ya da hastalıkta hafiflemenin gözlenmesine denir.

İlaç Araştırmalarında Plasebo

Plasebolar genellikle klinik deneylerde yeni bir tedavinin gerçek etkisinin anlaşılmasında kullanılır. Katılımcıların bir kısmına gerçek ilaç verilirken bir kısmına yalancı ilaç yani plasebo veriliyor. Her iki grubunda ilaca verdiği fizyolojik tepkiler karşılaştırılarak yeni geliştirilen ilacın etkisi değerlendiriliyor. Eğer plasebo grubunda görülen etki ile gerçek ilaç grubunun etkileri birbirine yakınsa bu, ilacın çokta etkili olmadığını gösterirken gerçek ilaç grubunun etkisi daha iyi ve fazlaysa bu da ilacın etkili olduğunu gösteriyor.

Plasebo Etkisi Nasıl Oluşuyor?

Plasebo etkisinin oluşumuyla ilgili birkaç hipotez var. Bunlardan birisi, soğuk algınlığı gibi ilaç kullanılsa da kullanılmasa da bir süre sonra kendiliğinden iyileşen hastalıklarda kullanılan ilaca bağlı iyileşme görüldüğüne dair inançtır.

Diğeri, semptomları dönem dönem hafifleyen hastalıklarda hafiflemenin o dönem kullanılan ilaca bağlanması olabilir.

Bir diğer hipotez, kullanılan ilaçla beraber kişinin bakımında yaptığı (daha iyi beslenmeye başlama, düzenli egzersiz yapma gibi) değişiklikler nedeniyle genel fizyolojik durumda iyileşmenin başlaması plasebo etkisine sebep olabilir.

Kişinin daha iyi hissetme beklentisiyle semptomları algılama şeklinin değişmesi de iyileşme gibi algılanabilir. Mesela keskin bir acının artık karıncalanma gibi hissedilmeye başlanması gibi.

Başka bir hipotez, ilaca olan güvenle birlikte endişenin azalmasının yatıştırıcı etkiye sebep olabileceğini söyler. Ya da beynin kendi endorfin adı verilen ağrı kesici kimyasallarını salgılamasını tetikleyebilir.

Son teori ise, plasebo kişinin hastalıktan önceki sağlık durumunu hatırlamasını sağlayarak vücutta değişime sebep olabileceğini söylüyor. Bu teori “hatırlanan sağlık” olarak adlandırılır.

Plasebo Etkisi Hastalığın Hayali Olduğu Anlamına Gelmez

Tüm bu teoriler bazı hastalıkların hayali olabileceği ve plasebonun sadece bu tür hayali hastalıklarda etkili olabileceği yanılgısına sebep olabilir. Ancak araştırmalar gösteriyor ki zihinsel durumumuzun sağlığımızı etkilediği durumlar bir yanılgı değil gerçek fizyolojik tepkilerdir. En basitinden stres altındayken kan basıncımızın artması kalp rahatsızlıklarına davetiye çıkarabilir. Bu hastalığın hayali olduğu anlamına gelmez. Bu durumda kullanılan gerçek ya da plasebo bir sakinleştirici semptomlarımızı hafifletebilir ve bu da etkinin sahte olduğu anlamına gelmez. Fizyolojik olarak gerçekleşen sağlık problemleri ve iyileşmeler gerçektir. Sadece beynimizin bunları kendi başına gerçekleştirebilecek güçte olduğunu anlamamız gerekmektedir.

Nosebo

Zihnin Vücut Üzerinde Pozitif Etkisi Olabilirken Tam Tersi Olmaz mı?

Olur tabi. Plasebonun tam tersine NOSEBO diyoruz. Nosebo kişinin boş bir ilaçtan negatif etkilenmesi ya da bir ilacın klinik olarak beklenen etkisinin dışında bir yan etki görmesine denir.

Araştırmalar gösteriyor ki hasta yan etkiler konusunda bilgilendirildiğinde ilaç aktif olsa da olmasa da kişi yan etkileri deneyimlemeye başlıyor. Hatta İtalya da Turin Tıp Fakültesinden nörobilim profesörü Dr Fabrizio Benedetti, çoğu ilaç yan etkisinin nosebo kaynaklı olabileceğini ve ilacın kendisiyle hiçbir alakasının olmayabileceğini söylemektedir.

Bunun bir örneği ilaç eşdeğerlerinde görülen yan etkiler. Aynı etken maddeye sahip olmasına rağmen ilacın adı değiştiği için bazı hastalar yan etkiler yaşamaya başlıyor. Hâlbuki aynı ilacı kullanmalarına rağmen zihinleri, kutusu farklı olan ilaca güvenmediği için nosebo etkisi yaratmaya başlıyor.

Noseboya bir başka örnek olarak kendisini plasebo ilaçlarla zehirleyen bir adamın hikayesine göz atalım. Roy R Reeves tarafından hazırlanan bir vaka raporunda 26 yaşındaki bir adam, yeni bir antidepresan araştırması için yapılan klinik deneylerde aldığı kapsüllerin 29’unu intihar etme niyetiyle içmiş. Hastaneye geldiğinde halsiz, titriyor ve terliyormuş. Tansiyonu 80/40 a kadar ciddi anlamda  düşmüş ve nabzı 110’muş. Hastaya aldığı antidepresanların etkisiz olduğu ve hastanın kontrol grubunda yani boş ilaç alan grupta yer aldığı bildirildiğinde 15 dakika içinde tansiyonu 120/80'de sabitlenmiş ve nabzı normal ritmine 80’e düşmüş. Hasta anlayacağınız nosebo doz aşımı yaşamış.

Bir başka örnekte, İngiliz kadın intihar girişiminde bulunarak zehirli bir böcek ilacı alarak hayatını kaybetti. Bir kimya uzmanı zehri incelemek üzere çağrılarak kadının nasıl öldürdüğü belirlenmeye çalışmış. Uzmanın raporuna göre ilaç insanlar için tehlikesizdi. Ancak kadın onun ölümcül olduğuna güçlü bir şekilde inandığı için zehir etkisi görmüştü.

Bir diğer ilginç örnek ise bir psikiyatristin acısız ölümü teklifini kabul eden bir idam mahkûmunun hikâyesidir. Mahkum uzanıp rahatlayacak ve doktor tarafından boynunda bir kesik açılacaktı, ardından acısızca sakin bir şekilde kan kaybından ölecekti. Mahkûm koltuğa uzandı, kenara kanın damlayacağı bir kâse konuldu ve gözleri kapatıldı. Doktor, mahkumun boynuna sadece bir çizik attı. Su içeren bir sifon başının yanına yerleştirildi ve su kâsenin içine damlamaya başladı. Damlama sesi odadaki tek sesti. Zaman geçtikçe damlama hızı hafifçe arttı ve tamamen durana kadar tekrar yavaşladı. Süreç boyunca mahkûm derin bir trans halinde gibiydi ancak doktor gözündeki bağı kaldırdığında onu uyandıramadı. Mahkûm öleceğine tamamen inandığı için ölmüştü. Ve tüm bu işlem sadece 6 dakika sürmüştü.

Hala düşüncelerinizin ve inancınızın gücünden şüphe ediyor musunuz? Bazı hastalıkların oluşmasına sebep olan, boş ilaçtan fayda görmemizi sağlayan hatta yeterince ikna edici koşullar sağlandığında ölüme bile sürükleyebilen en güçlü ilaç/silahtan biridir zihnimiz. Öyle ki bizi saniyeler içinde bambaşka birine bile dönüştürebilir. Gelin günde birkaç kez kişilik değiştirebilen çoklu kişilik bozukluğu hastalarının dünyasına bir bakalım.

Parçalanmış kişilik bozukluğu, hastaların birbirinden farklı tavır, deneyim ve düşüncelere sahip olan iki ya da daha fazla kişiliğe sahip oldukları zihinsel bir hastalıktır. Kişilik değişimleri hafızada kopukluklara sebep olabilir. Genellikle çocukluk döneminde yaşanan travmalar sonucu oluşan bu hastalık terapilerle kişiliklerin bir tanesinde birleştirilmesiyle tedavi edilir.

Split (Parçalanmış)

Gelin birkaç meşhur vakaya bakalım.

Switching Time
Karen Overhill, depresyon ve cerrahi ağrıyla mücadele eden 20 yaşında genç bir anneydi. Aynı zamanda intihara meyilliydi. Overhill, doktoruna hafızasında boşluklar olduğundan ve kendini nasıl gittiğini hatırlamadığı yerlerde bulduğundan bahsetti. Bir süre sonra doktoru Claire adında 7 yaşında bir kızdan Overhill’in içinde yaşadığına dair bir mektup aldı. Artık doktoru Overhill’e ne olduğunu anlamıştır. Üç yıllık bir terapinin ardından Overhill’in kız, oğlan, kadın ve erkeklerden oluşan 17 kişiliğe sahip olduğu ortaya çıkmıştır. Her kişilik Overhil’in şeytani ritüellerden işkence ve tacize uzanan travmatik çocukluğundan izler taşıyordu. Neredeyse 20 yıl süren tedavinin ardından Overhill’in kişilikleri bir tane de birleştirilmişti. Özgüven, özsaygı ve geçmişte yaşadıklarına duyulan utanç gibi durumlar için tedavi uygulanmıştı. Overhill, düğününü ve kızının doğumunu hatırlamasa da evlenmiş ve çocuk sahibi olmuştu. Şu an istismarcı kocasından boşanmış ve çocuğunu büyütmektedir. Doktoru Richard K. Baer, Overhill’in vakasının notlarını Switching Time adlı kitapta toplamıştır.
The 3 Faces of Eve

Chris Costner Sizemore, diğer çoklu kişilik bozukluğu tanısı konulmuş hastaların aksine çocukluk zamanında tacize uğramamıştı ve sevgi dolu bir ailede büyümüştü. Ancak trajik bir olaya tanık olmasından sonra tuhaf davranışlar sergilemeye başladığı ailesi tarafından gözlenmişti. Hatırlamadığı olaylarla başı hep belaya girmişti. Sizemore yirmili yaşlarında doğurduğu Taffy adındaki ilk kızının doğumundan sonra bir gün Eve Black isimli kişiliklerinden biri bebeği boğmaya çalışmış ancak Eve White onu durdurmayı başarmıştı. Bundan sonra Sizemore yardım almaya başladı ve çoklu kişilik bozukluğu tanısı kondu. Terapiler sırasında üçüncü kişiliği Jane ortaya çıktı. Sonraki 25 yıl boyunca 8 farklı psikiyatrist ile görüştü ve bu süreçte toplamda 22 kişilik ortaya çıktı. Her kişilik tavır, yaş, cinsiyet ve hatta kilo olarak birbirinden oldukça farklıydı. Dr. Tony Tsitos ile olan 4 yıllık terapisi sonucunda kişilikler bir tanesinde birleşti. Sizemore’un ilk doktoru Thigpen ve bir diğer doktor Cleckley, Sizemore’un vakasıyla ilgili The Three Faces of Eve (Eve’in 3 Yüzü) adlı kitabı yazdı. 1957 de filme uyarlandı.

23 yaşındaki Juanita Maxwell, bir otelde temizlikçi olarak çalışıyordu. 72 yaşında bir otel müşterisi canice öldürüldüğünde Maxwell, ayakkabısında kan olması ve yüzünde çizik olması gerekçesiyle tutuklanmıştı. Ancak ne olduğuna dair hiçbir fikrinin olmadığını iddia ediyordu. Mahkemeyi beklerken Maxwell bir psikiyatrist ile görüştü ve mahkemeye gittiğinde çoklu kişilik bozukluğuna sahip olduğu için suçsuz bulundu. Kendi kişiliğinin yanında 6 kişiliği vardı ve en baskın olan kişiliklerden Wanda Weston, cinayeti işlemişti.

Mahkemede, bir sosyal görevli aracılığıyla Wanda ortaya çıkarıldı. Yargıç değişimin oldukça dikkate değer olduğunu düşünüyordu. Juanita yumuşak konuşan bir kadındı ancak Wanda daha yüksek sesli ve flörtöz konuşuyordu ve şiddetten hoşlanıyordu. Bir kalem üzerine başlayan tartışmada yaşlı birinin kafasına nasıl vurduğunu itiraf ederken kahkaha atıyordu. Yargıç Maxwell’in ya gerçekten hasta olduğu ya da akademi ödülü hakettiğini düşünüyordu. Maxwell düzgün bir tedavi alamadığı bir psikiyatri kliniğine gönderildi ve sadece yatıştırıcılar kullandı. Daha sonra serbest bırakıldı ancak iki banka soygunu sebebiyle yeniden tutuklandı. Yine suçu Wanda’nın üzerine atmaya çalışmıştı. Mahkemede suçunu itiraf etti ve bir süre hapiste yattıktan sonra serbest bırakıldı.

Parçalanmış Kişilik Bozukluğu

Bu durumu yaşayan bir hastanın deneyimlerini anlattığı ilginç bir yazıya denk gelmiştim. Sizinle onu da paylaşmak isterim. Erick Miranda (gerçek ismi ya da kullanıcı adı), bazı parçalarının (kişiliklerini böyle adlandırıyormuş) diyabeti olduğunu bazılarınınsa olmadığından bahsetmiş. Bazı parçaları arıya aşırı alerjikken bazıları değilmiş. Doktorların önünde anaflaktik şok geçirirken karakter değiştirip normale döndüğünü aktarıyor. Tanınmayacak kadar şişmiş bir yüzün bir dakikadan kısa bir sürede karakter değişimiyle normale dönüşünü ve yeniden karakter değiştirip aynı reaksiyonların başladığını görmelerine rağmen rol yaptığını iddia edenler olmuş.

Çocuk beyin dalgalarından yetişkin beyin dalgalarına geçiş göstererek doktorları şaşkına uğratmış. Çünkü normal tek-zihinler çocukluk beyin dalgalarını ergenlikte ya da daha önce kaybederler.

Terapistinin, bacaklarındaki istismardan kalma izlerin bir görünüp bir kayboluşuna şahit olduğunu da anlatıyor. Farklı parçaları farklı ağrı eşiklerine sahipmiş. Anestezi edilemeyen parçaları yüzünden ameliyat sırasında uyandığı, diş operasyonu sırasında uyuşturulabilmek için iki üç kat fazla uyuşturucu kullanıldığı durumlar yaşamış. Ardı ardına yapılan şeker testlerinin değerlerinin birinde normal değerler okunurken diğerinde saniyeler içinde 400'e çıkabiliyormuş. Sağlığını ve kullandığı ilaçları kontrol etmek de haliyle oldukça zor. Ancak o, zamanla kişilik değişimlerinin farkındalığını arttırmış. Miranda, insan beyninin kimyamız üzerinde düşünüldüğünden daha fazla etkisi olduğunu düşündüğünü aktarıyor. İnanıp inanmamak size kalmış

Gördüğünüz gibi beyin bir şeye inandığında gerçek olmasa dahi gerçekmiş gibi hissetmemize sebep olabiliyor hatta gerçek kılabiliyor. Bizi olduğumuzdan farklı birine dönüştürebiliyor. Bazı hastalıkları başlatıp bazılarını tamamen ortadan kaldırabiliyor ya da semptomlarını hafifletebiliyor. Yani sadece reflexlerimizden, organlarımızın kendi düzeninde çalışmasından ve bilinçli kararlarımızdan ibaret değil yapabildikleri.

Diyeceğim o ki, iyi bir terapist eşliğinde yapılan dikkatli bir hipnoz seansıyla ya da inandırıcı kanıtlarla hastayı ikna edebilecek bir doktorun verdiği boş bir ilaçla belki de çok daha zor hastalıkları tedavi edebilmek mümkün. Hatta düzenli bir meditasyon rutiniyle kendi ilacımız bile olabiliriz. Aslında zihnin gücüyle kendini tedavi etmek fikrine yabancı değiliz. Bu konuyla ilgili çoktan onlarca kitap yazılmış ve programlar yapılmıştır. Kiminde mucizevi etkiler yaratırken kiminde hiçbir etki görülmemiştir. Ancak kendi kendine tedavinin en önemli anahtarı inançtır. Beyniniz bunu yapabileceğine inanmazsa gerçek bir tedavi bile hiçbir şeyi değiştiremez. Kısacası tedavinin (gerek ilaç, gerek plasebo, gerek zihinsel) en başında inanmalıyız.

Peki ya inanmakta zorlanıyorsak? O zaman ne yapacağız?

Haklı olarak sadece düşünceyle iyileşebileceğiniz fikrine şüpheyle yaklaşabilirsiniz. Ama yine de denemek istiyorsunuz. Ne yapabilirsiniz? Bu konuda size verebileceğim tavsiye o düşünceyi alışkanlık haline getirmek.

Düşünce şeklinizi değiştirmenin en iyi yolu bir davranışı alışkanlık haline gelene kadar tekrar etmektir.

Alışkanlıkların Gücü

Yakın zamanda okuduğum ve size de önerebileceğim Charles Duhigg’in “Alışkanlıkların Gücü” adlı kitapta alışkanlıkların beynin hafıza bölümünden farklı bir bölgede yer edindiğini öğrendim. Bilim insanları alışkanlıkların beynin en ilkel yapılarından biri olan bazal gangliada işlendiğini söylüyor. Hatta yeni hatıralar edinemeyen insanların bile alışkanlıklar edinebildiği söyleniyor.

Alışkanlık Döngüsü

Sonucunda bir ödül olan her davranış, beyinde değiştirilmesi zor bağlar kurulmasına sebep oluyor. Örneğin her sabah kahvenin yanında yediğiniz bir parça çikolata haz duygusunu uyandırıyor ve beyniniz bunu bir ödül olarak algılıyor sonrasında devam eden tekrarlar sonucu kırılmaz bir alışkanlık döngüsü oluşmuş oluyor. Sigara içmek gibi, film izlerken atıştırmalık yemek gibi, ya da telefondan bildirim geldiğinde çalışmanızı bırakıp telefonun verdiği mutluluğa yönelmek gibi alışkanlıkları kırmak bu yüzden oldukça zordur.

Aynı durum olumsuz düşünceler için de geçerli. Olumsuz düşünceler bir ödül mekanizmasıyla nasıl beynimize yer edebilir ki diye düşünebilirsiniz. Ancak bilim insanları gerçekten de negatif duyguların beyinde ödül sistemini aktive edebildiğini söylüyor. Örneğin endişe yatıştırılmış gibi hissetmemize sebep olabiliyor. Gurur ve onun karanlık ikizleri utanç ve suçluluk beynin en güçlü ödül merkezi uyarıcılarıdır. Bu aslında beynimizin bir çeşit olumsuz durumlarla başa çıkma taktiği olabilir ancak alışkanlık haline geldiğinde hayatımızı cehenneme de çevirebilir. Olumsuz duygular tekrarlandığında stres seviyesinin yükselmesine sebep olarak pek çok hastalığı da beraberinde getirir. Hatta bu olumsuz duyguların arasına karışan hastalıklarla ilgili düşünceler kronikleşen hastalıklarımızın sorumlusu olabilir.

Peki, bu zehirli alışkanlık döngülerini nasıl kırarız? Bir alışkanlığı öyle tek seferde ortadan kaldırmak oldukça zordur. Ancak yerine yenisini koymak mümkündür. Örneğin, utanç, suçluluk ve endişe beyinde minnettarlıkla aynı kimyasalların salgılanmasını sağlıyor. Yani olumsuz bir düşünce aklınıza geldiğinde hayatınızda olmasından memnun olduğunuz bir şeyi düşünerek minnettarlığınızı dile getirmek bir alışkanlığın kırılmasına yardımcı olabilir.

Ya da kırmak istediğiniz bir alışkanlığı yaptığınız zaman aralığında beş dakikalık da olsa spor yapmak beyninizde endorfin gibi bizi iyi hissettiren kimyasallarının salgılanmasına sebep olarak kötü alışkanlık yerine sağlıklısını koyarak sonunda yine ödülünüzü almanızı ve yeni bir alışkanlık zincirinin oluşmasını sağlayabilir.

Olumlama

Hastalığımızın iyileştiğine dair bir düşünceyi alışkanlık haline getirmek için kendinize bir rutin belirleyin. Mesela her gün aynı saatte aynı yerde tekrarlayacağınız bir cümle oluşturun. Hemen ardından sizi mutlu eden bir şey yapın. Mesela sevdiğiniz bir koku koklayın ya da parfüm sıkın, spor yapın ya da bir elma yiyin. Sizi mutlu eden bir rutinin hemen başına da ekleyebilirsiniz. Örneğin sabah kahvenizden hemen önce beyninize aşılamak istediğiniz düşünceleri dile getirin daha sonra kahvenizi yudumlayın. Kendi hayatınıza uygun şekilde bir rutin seçip bunu gerçekleştirebilirsiniz.

Bir alışkanlık geliştiğinde, beyin karar verme sürecinde tam performans sergilememeye başlıyor. Bu durum beynimizin günlük diğer aktivitelerimiz için enerjisini koruma yöntemi. Yani bir çeşit enerji tasarrufu.

Eğer bir düşünceyi yeteri kadar tekrar edersek onu alışkanlık haline getirir ve beynimizin onu gerçekliğini değerlendirmek için enerji harcamayı bırakmasını ve hayatımızın bir parçası, bir gerçeği olarak algılamasını sağlayabiliriz.

Pozitif düşünceleri beynimize aşılamak sürecini daha etkili kılabilmek için olumlamalarınızı sesli olarak ve kendinizle ikinci şahıs olarak belki bir ayna karşısında konuşarak gerçekleştirmenizi tavsiye ederim. Çünkü beyinlerimiz her söylediğimize inanma eğilimindedir. Ve “fake it until you make it” yani gerçekleşene kadar gerçekmiş gibi davranma ilkesine göre davranmak süreci hızlandıracaktır. Yani bir olumlama yapacağınızda kullandığınız kelimeleri dikkatli seçin. İstiyorum yerine sahibim ya da öyleyim demek gibi. “İstemek” kelimesi, beynimizde her ne istiyorsak ona sahip olmadığımızı kabul etmek gibi algılanıyor. Sahip olmadığını kabul ettiğiniz bir şeye sahip olabileceğine beyninizi inandırmanızda haliyle zorlaşıyor. “Sağlıklı olmak istiyorum” yerine örneğin direkt olarak “Sağlıklıyım” demelisiniz. Ayrıca olabildiğince pozitif anlamlara sahip kelimeler seçin. Yani “hasta değilim, mutsuz değilim, stres olmam” gibi negatif ifadelerden kaçının. Gerisi sizin yaratıcılığınıza kalmış.

Bir diğer önerim ise gerçekleştirmek istediğiniz durumu kafanızda canlandırmak (imgeleme). Düzenli olarak yapılan meditasyonlarla olmak istediğiniz fiziksel durumu zihninizde canlandırabilirsiniz. Bu teknik sporda çok kullanılır. Örneğin, bir atlet yarıştan önce kendisini defalarca daha hızlı koşarken ya da bir basketçi kusursuz serbest atışlar yaparken canlandırır. Bu teknik bazı sporcuların antrenmanlarının bir parçasıdır. Onlar gibi sizde toplum önünde gerçekleştireceğiniz bir konuşmadan vücudunuzun kendi kendini iyileştirmesine kadar her şeyi kafanızda canlandırıp beyniniz ona inanana kadar tekrarlayabilirsiniz.

Plasebo

Olaylara bakış açınızdaki ve kendinizle yaptığınız konuşmalardaki küçük değişimler yeni sinirsel bağlantıların oluşmasını sağlayarak beyninizi yani sizi değiştirir. Beyninizin bedeniniz üzerindeki gücünün sınırlarının ne kadar büyük olduğunu tekrar dile getirmeme gerek yoktur herhalde. O zaman neden şimdi zihninizi bir ilaç bir doktor gibi kullanmaya başlamayasınız ki? Üstelik hiçbir yan etkisi ya da ücreti yok.


Kaynakça
Placebo effect

Yorumlar