Epifiz bezi beynin ortasında, iki talamik lob arasında ve
hipofiz bezinin hemen arkasında bir oyuğun içinde yer alır. Bulunduğu bölge
epitalamus adını alır. Şekil olarak çam kozalağını andıran bu bez fasulye
tanesinden daha ufak bir organdır. Onu eşsiz kılan özelliklerinden birisi, her
bölümü simetrik olan beyinde bir istisna olarak tek olmasıdır. Bir benzeri ya
da ikizi yoktur. Bu nedenle beyinin parçası olmayan ve beyin içinde bağımsız
çalışan bir endokrin içsalgı bezi olarak da düşünülebilir.
Ne iş yaptığına gelecek olursak asıl ve en bilindik görevi melatonin
salgılamak ve melatonin dengesini sağlamaktır diyebiliriz. Bu şekilde vücudun
biyolojik saatinin adaptasyonunu sağlar. Işığı direkt görmese de duyarlıdır ve
karanlığı daha çok sever. Yani biz uyurken o en etkin çalıştığı zamanlardadır.
Şimdi bu genel bilgileri biraz daha derinleştirelim. Epifiz
bezinin salgıladığı hormon sadece melatonin değildir. Bunların yanında serotonin
ve DMT gibi moleküleride salgıladığı biliniyor. Serotonini tanımayan yoktur. Ne
kadar hormon olmasa da herkes tarafından ‘mutluluk hormonu’ olarak bilinir. Nöronlar
arasında sinyalleri taşıyan bir nörotransmitterdir aslında kendileri. Ve ruhsal
durumumuz üzerinde direkt olarak değil de dolaylı yoldan etkileri görülür. Sebebi
tam olarak bilinmese de düşük serotonin seviyesiyle depresyon arasında bir
bağlantı olduğundan dolayı muhtemelen mutluluk verici bir kimyasal olarak
algılanmaktadır.
Gelelim asıl ilginç olan moleküle. DMT… Bir diğer
adıyla ‘Ruh Molekülü’. İşte epifiz bezini bu denli esrarengiz ve fantastik hale
getiren molekül bu molekül. Bu da epifiz bezinin salgıladığı diğer hormonlar
gibi gece, doğum ve ölüm zamanlarında yoğun salgılanmaktadır. Aslen halüsinojen
bir maddedir. Belki de bu yüzden rüya görüldüğü sıralar onun en yoğun
salgılandığı anlardır.
Salgılanan DMT miktarı normalden fazla olacak olursa bazı
algısal değişikliklere yol açabilir. Bazıları bunu farklı boyutlara kapı
açılması olarak tanımlıyor. Şimdilik tam olarak neler olduğunu bilmiyoruz tabi.
Gerçekten farklı boyutlarla iletişime mi geçiyoruz yoksa sadece şizofrenik
halüsinasyonlara mı maruz kalıyoruz… Yine de bir şekilde bilincimizde radikal
bazı değişimlere sebep olduğu aşikâr. Ve işte bu yüzden de dikkat edilmesi
gereken hususlardan biri de bu madde.
Peki, bu molekülü dışarıdan alabilir miyiz? Evet. DMT,
sadece insanlar ve hayvanlarda değil bitkilerde de bulunur. Yem kanyaşı, kuş
otu, akasya ve kargı kamışı gibi bazı bitkiler bu kaynaklara örnektir. En
önemli kaynaksa ‘ayahuasca’dır. Ancak
molekül saf halindeyken oldukça zehirli ve tehlikelidir. O yüzden belirli
işlemlerden geçirilmeden kullanılabilir hale gelemez. Ancak bu kullanımının
yasal olduğu anlamına gelmiyor tabi. Çünkü DMT, halüsinojen etkilerinden ötürü
uyuşturucu madde kategorisine giriyor. Madde genellikle şamanlar tarafından
trans haline geçmek amacıyla kullanılıyor.
Belki sebep olduğu halüsinojenik etkilerin boyutlar arasın
bilgi alış verişi olarak yorumlanmasından belki de şamanların ritüellerinde
kullanmalarından dolayı bu maddenin ayrı bir kutsallığı vardır. Epifiz bezinin
de bu molekülün bir kaynağı olduğu düşünülürse neden üçüncü göz olma konusunda
güçlü bir aday olduğunu anlayabiliriz.
Epifiz bezinin üçüncü göz olmasıyla ilgili başka ne gibi hikâyeler
var? Gelin onları da inceleyelim.
Epifiz bezinin üçüncü göz macerası aslında antik zamanlara
dayanıyor. Antik Mısır duvar resimlerinde ve Horos’un kafasının resimlerinde
yer verilmiştir. Aynı göz resmini mason amblemlerinde ya da 1 Amerikan
dolarının üzerinde de görebilirsiniz.
Epifiz bezinin şekil benzerliği itibariyle sembolü çam
kozalağıdır. İngilizcede ‘pineal gland’
olarak adlandırılmasının sebebi de budur. Ancak tabi ki de hepsi bu kadar
değil. Epifiz bezinin aslında ne kadar da popüler olduğunu bu benzerlikten yola
çıkarak görebiliriz. Nasıl mı? Sümer, Yunan ve Roma geleneklerine, Vatikan’daki
Çam Kozalağı Çeşmesine ve papanın asasındaki ayrıntılara bakarak dünyanın her
yerinde görüldüğünü söyleyebiliriz.
Fransız filozof René Descartes da yazılarında epifiz
bezini unutmamıştır. Epifiz bezini ruhun koltuğu olarak ve ruhun işlevlerini
doğrudan uyguladığı vücut kısmı olarak tanımlamıştır. Ruhun ve vücudun
etkileşimde bulunduğu ve ilahi mesajların alındığı bir merkez noktası olduğunu
iddia etmiştir.
Drunvalo Melchizedek’in ‘Yaşam Çiçeğinin Unutulmuş Sırrı’
kitabında; “Antik zamanlarda epifiz bezi
çok fazla kullanılıyordu ve bu sebepten şimdiki boyutuna göre çok daha büyüktü.
Ancak yıllar geçtikçe, epifiz bezinin nasıl kullanıldığı unutuldu ve
artık kullanılmamaya başlandı. Bu nedenle de şimdiki boyutuna
kadar evrimleşti.” demiştir. Bir başka ifadesinde epifiz bezinin
yukarıya doğru bakan bir göz olduğunu anlatır. Yukarıya bakan bu gözün dünyaya
değil evrenin diğer tarafında doğru baktı düşünülmektedir. Tarihte de bu
organın ufak boyutlarına rağmen kutsal bir geometri ile yaratıldığı ve ‘her
şeyi gören göz’ olarak tanımlandığı anlatılmaktadır.
Göz tanımını almasında belki de en önemli etmenlerden biri,
yapılan otopsiler sonucu göz şeklini andırdığının ve içyapısının retinayla
benzerlik gösterdiğinin keşfedilmiş olmasıdır. Sadece bu kadar da değil.
Biyokimyasal olarak göz ile benzer sıvılar da bulundurduğu saptanmış.
Bazı bilim adamları bu bezi/gözü
tam kapasite kullanmamız durumunda önsezilerimizle her şeyi görebileceğimizi
iddia ediyor. Ancak 12 yaşına gelindiğinde bezin kireçlenip sertleştiği
söyleniyor. Zamanla uyku durumuna geçiyor. Yani en azından önsezisel
özellikleri, etkinliğini yitiriyor. Peki, neden ve nasıl?
Bu konuda oldukça ilginç iddialar var. Bazı gurupların, bu
durumun farkında olarak dünyaya pazarladıkları ürünler sayesinde toplumların
epifiz bezi etkinliklerini sınırlandıracak maddeleri sinsice bize
kullandırdıkları düşünülüyor. Vazgeçemediğimiz bu ürünler arasında hazır
gıdalar, şehir suları ve diş macunları başta geliyor.
Kim neden böyle bir şey yapsın ki diye soracak olursanız…
Cevap basit. Çünkü karşılarında uyanmış bir toplum görmek istemiyorlar. Böylece
toplumları daha kolay yönetmeyi hedefliyorlar.
Bu körleşmeye sebep olan en bilindik örnek çoğunlukla diş
macunlarında ve içme sularında bulunan florürdür.
Epifiz bezi kemiklere nazaran florürü daha çok absorbe etmektedir. Bu sebeple
kireçlenmekte ve görevlerini tam verimle yerine getirememektedir.
Eğer bu şekilde oyunlar oynanmamış olsaydı ne olurdu? Her
insanın epifiz bezinin yani üçüncü gözünün ruhani âlemlerin frekansına uyum sağlayabildiği
gibi insanın, her şeyi bilen ve tanrısal bir haz yaşanmasını da sağlıyor. Aktif
olması durumunda astral seyahat ya da duru görü gibi yeteneklerin
kazanılacağına inanılıyor. Daha ileri düzey çalışmalarda insanların
düşüncelerini ve davranışlarını kontrol etmek de mümkün hale geliyor.
Bana ‘Çok da uçmasan mı acaba’ diyeceksiniz belki ama ABD,
Sovyet Birliği hükümeti ve çeşitli organizasyonlar bu çeşit araştırmaları
oldukça ciddiye alıyor ve uzun yıllardır üzerinde çalışıyorlar. Ve ister inanın
ister inanmayın hayal bile edemeyeceğiniz başarılar elde etmişler.
E peki biz ne yapabiliriz? Böyle bir göz gerçekten varsa
nasıl aktif hale getirebiliriz?
Dikkat ederseniz, çoğu dini mabet ve tapınaklar yüksek
yerlere yapılmıştır. Enteresandır ki epifiz bezinin de deniz seviyesinden değil
de yüksek rakımlı yerlerde aktif olduğu söyleniyor. Göz önünde bulundurulması
gereken şeylerden biri bu olabilir.
Bunun yanında yoga gibi meditasyon türlerinin çoğunun
yapılış zamanı olarak güneşin doğuşunun seçilmesi gibi bir durumda var. Bunun
da muhtemelen bu bezin aktivitesini arttırmanın yollarından birinin güneşin
doğuşu ve batışı esnasında güneşe bakılması olabilir. Tabi bakılabilir haldeyken
15 dakika kadar. Üçüncü gözü açacağız derken iki gözü kör etmeyelim durduk
yere.
Bir de yiyip içtiklerimiz mevzusu var. Dünya üzerinde bulunan
pek çok dinde inzivaya çekilme, yeme içme işlemini bir süre bırakma ya da
kısıtlama gibi uygulamalar mevcut. Hayvansal gıdalar genel de terk edilir
mesela. Belki bu kadar sınırlayıcı davranmazsınız ama en azından florürden uzak
durmak gibi ve doğal yiyecekler tercih etmek gibi yollar deneyebilirsiniz.
Yasal bir yol olmayacağı için önermiyorum ama Amazon yerlilerinin
binlerce yıldır deneyimleyip geliştirdiği ve spiritüel çalışmalarında
kullandıkları bir yol daha var. Ayahuasca. Başlarda değinmiş olduğum DMT için
en yoğun kaynak olan bitki… En azından şamanları binlerce yıldır kullanıyor ve
farklı boyutlarla temasa geçtikleri söyleniyor.
Bunların dışında meditasyon yaparak ve imgeleme gücünden
faydalanarak bu gözün açılması üzerine çalışmalar yapabilirsiniz. Uyuduğunuz
yerin tam karanlık olması da epifiz bezinin çalışmasını daha kaliteli hale
getirecektir. Farklı kaynaklarda manna, üzerlik tohumu ve mabet ağacı
yaprakları gibi doğal ürünlerden hazırlanan çayların belli bir düzende ve
süreklilikte kullanılmasıyla da üçüncü göz açma yolunda faydalarının olacağına
yer veriliyor.
Epifiz bezi boyutlarının aksine ünü oldukça büyük bir organ.
Sirkadiyen ritimi düzenleme dışındaki yetenekleri hala gizemini korusa da
yapılan çalışmalar iddiaların altının çokta boş olmadığını gösteriyor. Ve de
tüm dünyanın aynı şüpheye sahip olup bu minik organın bu gizemli yönüne dikkat
çekiyor olmaları da cabası.
Bu konuda bilimsel verilere ulaşmak oldukça zor ama dünya
üzerindeki güç savaşları göz önünde bulundurulacak olursa böyle bir servet
kanıtlanmış olsa bile öylece ortaya dökülmezdi bana sorarsanız. Yani şimdilik
elimizdeki ufak kanıt kırıntılarıyla kalıyoruz. Bundan sonrası size kalmış. Geliştirmeye
çalışabilir ya da görmezden gelemeye devam edebilirsiniz.
Kaynakça
Metafizikle ilgilenenler bilir ki üçüncü göz denilen yerde epifiz bezi var.
YanıtlaSil