Epifiz Bezi Üçüncü Göz Mü?

Daha önceki yazılarımdan birinde bilinmeyen bir duyu organının olabilirliğini araştırmıştım. Araştırmalarım beni en yaygın ifade ‘üçüncü göz’e çıkarmıştı. Ve dolayısıyla üçüncü gözün somut temsilcisi ‘epifiz bezi’ne… Şimdi gelin epifiz bezini yakından tanıyalım. Aslen nereliymiş, ne iş yaparmış… Daha sonra, neden hakkında bu tarz spekülasyonlar çıkmış onu araştıralım.
Epifiz bezi beynin ortasında, iki talamik lob arasında ve hipofiz bezinin hemen arkasında bir oyuğun içinde yer alır. Bulunduğu bölge epitalamus adını alır. Şekil olarak çam kozalağını andıran bu bez fasulye tanesinden daha ufak bir organdır. Onu eşsiz kılan özelliklerinden birisi, her bölümü simetrik olan beyinde bir istisna olarak tek olmasıdır. Bir benzeri ya da ikizi yoktur. Bu nedenle beyinin parçası olmayan ve beyin içinde bağımsız çalışan bir endokrin içsalgı bezi olarak da düşünülebilir.

Ne iş yaptığına gelecek olursak asıl ve en bilindik görevi melatonin salgılamak ve melatonin dengesini sağlamaktır diyebiliriz. Bu şekilde vücudun biyolojik saatinin adaptasyonunu sağlar. Işığı direkt görmese de duyarlıdır ve karanlığı daha çok sever. Yani biz uyurken o en etkin çalıştığı zamanlardadır. 

Şimdi bu genel bilgileri biraz daha derinleştirelim. Epifiz bezinin salgıladığı hormon sadece melatonin değildir. Bunların yanında serotonin ve DMT gibi moleküleride salgıladığı biliniyor. Serotonini tanımayan yoktur. Ne kadar hormon olmasa da herkes tarafından ‘mutluluk hormonu’ olarak bilinir. Nöronlar arasında sinyalleri taşıyan bir nörotransmitterdir aslında kendileri. Ve ruhsal durumumuz üzerinde direkt olarak değil de dolaylı yoldan etkileri görülür. Sebebi tam olarak bilinmese de düşük serotonin seviyesiyle depresyon arasında bir bağlantı olduğundan dolayı muhtemelen mutluluk verici bir kimyasal olarak algılanmaktadır.

Gelelim asıl ilginç olan moleküle. DMT… Bir diğer adıyla ‘Ruh Molekülü’. İşte epifiz bezini bu denli esrarengiz ve fantastik hale getiren molekül bu molekül. Bu da epifiz bezinin salgıladığı diğer hormonlar gibi gece, doğum ve ölüm zamanlarında yoğun salgılanmaktadır. Aslen halüsinojen bir maddedir. Belki de bu yüzden rüya görüldüğü sıralar onun en yoğun salgılandığı anlardır. 
Salgılanan DMT miktarı normalden fazla olacak olursa bazı algısal değişikliklere yol açabilir. Bazıları bunu farklı boyutlara kapı açılması olarak tanımlıyor. Şimdilik tam olarak neler olduğunu bilmiyoruz tabi. Gerçekten farklı boyutlarla iletişime mi geçiyoruz yoksa sadece şizofrenik halüsinasyonlara mı maruz kalıyoruz… Yine de bir şekilde bilincimizde radikal bazı değişimlere sebep olduğu aşikâr. Ve işte bu yüzden de dikkat edilmesi gereken hususlardan biri de bu madde.

Peki, bu molekülü dışarıdan alabilir miyiz? Evet. DMT, sadece insanlar ve hayvanlarda değil bitkilerde de bulunur. Yem kanyaşı, kuş otu, akasya ve kargı kamışı gibi bazı bitkiler bu kaynaklara örnektir. En önemli kaynaksa ‘ayahuasca’dır. Ancak molekül saf halindeyken oldukça zehirli ve tehlikelidir. O yüzden belirli işlemlerden geçirilmeden kullanılabilir hale gelemez. Ancak bu kullanımının yasal olduğu anlamına gelmiyor tabi. Çünkü DMT, halüsinojen etkilerinden ötürü uyuşturucu madde kategorisine giriyor. Madde genellikle şamanlar tarafından trans haline geçmek amacıyla kullanılıyor. 

Belki sebep olduğu halüsinojenik etkilerin boyutlar arasın bilgi alış verişi olarak yorumlanmasından belki de şamanların ritüellerinde kullanmalarından dolayı bu maddenin ayrı bir kutsallığı vardır. Epifiz bezinin de bu molekülün bir kaynağı olduğu düşünülürse neden üçüncü göz olma konusunda güçlü bir aday olduğunu anlayabiliriz.

Epifiz bezinin üçüncü göz olmasıyla ilgili başka ne gibi hikâyeler var? Gelin onları da inceleyelim. 

Epifiz bezinin üçüncü göz macerası aslında antik zamanlara dayanıyor. Antik Mısır duvar resimlerinde ve Horos’un kafasının resimlerinde yer verilmiştir. Aynı göz resmini mason amblemlerinde ya da 1 Amerikan dolarının üzerinde de görebilirsiniz.

 Epifiz bezinin şekil benzerliği itibariyle sembolü çam kozalağıdır. İngilizcede ‘pineal gland’ olarak adlandırılmasının sebebi de budur. Ancak tabi ki de hepsi bu kadar değil. Epifiz bezinin aslında ne kadar da popüler olduğunu bu benzerlikten yola çıkarak görebiliriz. Nasıl mı? Sümer, Yunan ve Roma geleneklerine, Vatikan’daki Çam Kozalağı Çeşmesine ve papanın asasındaki ayrıntılara bakarak dünyanın her yerinde görüldüğünü söyleyebiliriz.

Fransız filozof  René Descartes da yazılarında epifiz bezini unutmamıştır. Epifiz bezini ruhun koltuğu olarak ve ruhun işlevlerini doğrudan uyguladığı vücut kısmı olarak tanımlamıştır. Ruhun ve vücudun etkileşimde bulunduğu ve ilahi mesajların alındığı bir merkez noktası olduğunu iddia etmiştir. 

Drunvalo Melchizedek’in ‘Yaşam Çiçeğinin Unutulmuş Sırrı’ kitabında; “Antik zamanlarda epifiz bezi çok fazla kullanılıyordu ve bu sebepten şimdiki boyutuna göre çok daha büyüktü. Ancak yıllar geçtikçe, epifiz bezinin nasıl kullanıldığı unutuldu ve artık kullanılmamaya başlandı. Bu nedenle de şimdiki boyutuna kadar evrimleşti.” demiştir. Bir başka ifadesinde epifiz bezinin yukarıya doğru bakan bir göz olduğunu anlatır. Yukarıya bakan bu gözün dünyaya değil evrenin diğer tarafında doğru baktı düşünülmektedir. Tarihte de bu organın ufak boyutlarına rağmen kutsal bir geometri ile yaratıldığı ve ‘her şeyi gören göz’ olarak tanımlandığı anlatılmaktadır.

Göz tanımını almasında belki de en önemli etmenlerden biri, yapılan otopsiler sonucu göz şeklini andırdığının ve içyapısının retinayla benzerlik gösterdiğinin keşfedilmiş olmasıdır. Sadece bu kadar da değil. Biyokimyasal olarak göz ile benzer sıvılar da bulundurduğu saptanmış. 
Bazı bilim adamları bu bezi/gözü tam kapasite kullanmamız durumunda önsezilerimizle her şeyi görebileceğimizi iddia ediyor. Ancak 12 yaşına gelindiğinde bezin kireçlenip sertleştiği söyleniyor. Zamanla uyku durumuna geçiyor. Yani en azından önsezisel özellikleri, etkinliğini yitiriyor. Peki, neden ve nasıl?

Bu konuda oldukça ilginç iddialar var. Bazı gurupların, bu durumun farkında olarak dünyaya pazarladıkları ürünler sayesinde toplumların epifiz bezi etkinliklerini sınırlandıracak maddeleri sinsice bize kullandırdıkları düşünülüyor. Vazgeçemediğimiz bu ürünler arasında hazır gıdalar, şehir suları ve diş macunları başta geliyor.

Kim neden böyle bir şey yapsın ki diye soracak olursanız… Cevap basit. Çünkü karşılarında uyanmış bir toplum görmek istemiyorlar. Böylece toplumları daha kolay yönetmeyi hedefliyorlar.

Bu körleşmeye sebep olan en bilindik örnek çoğunlukla diş macunlarında ve içme sularında bulunan florürdür. Epifiz bezi kemiklere nazaran florürü daha çok absorbe etmektedir. Bu sebeple kireçlenmekte ve görevlerini tam verimle yerine getirememektedir.

Eğer bu şekilde oyunlar oynanmamış olsaydı ne olurdu? Her insanın epifiz bezinin yani üçüncü gözünün ruhani âlemlerin frekansına uyum sağlayabildiği gibi insanın, her şeyi bilen ve tanrısal bir haz yaşanmasını da sağlıyor. Aktif olması durumunda astral seyahat ya da duru görü gibi yeteneklerin kazanılacağına inanılıyor. Daha ileri düzey çalışmalarda insanların düşüncelerini ve davranışlarını kontrol etmek de mümkün hale geliyor. 
Bana ‘Çok da uçmasan mı acaba’ diyeceksiniz belki ama ABD, Sovyet Birliği hükümeti ve çeşitli organizasyonlar bu çeşit araştırmaları oldukça ciddiye alıyor ve uzun yıllardır üzerinde çalışıyorlar. Ve ister inanın ister inanmayın hayal bile edemeyeceğiniz başarılar elde etmişler.

E peki biz ne yapabiliriz? Böyle bir göz gerçekten varsa nasıl aktif hale getirebiliriz?

Dikkat ederseniz, çoğu dini mabet ve tapınaklar yüksek yerlere yapılmıştır. Enteresandır ki epifiz bezinin de deniz seviyesinden değil de yüksek rakımlı yerlerde aktif olduğu söyleniyor. Göz önünde bulundurulması gereken şeylerden biri bu olabilir. 


Bunun yanında yoga gibi meditasyon türlerinin çoğunun yapılış zamanı olarak güneşin doğuşunun seçilmesi gibi bir durumda var. Bunun da muhtemelen bu bezin aktivitesini arttırmanın yollarından birinin güneşin doğuşu ve batışı esnasında güneşe bakılması olabilir. Tabi bakılabilir haldeyken 15 dakika kadar. Üçüncü gözü açacağız derken iki gözü kör etmeyelim durduk yere.

Bir de yiyip içtiklerimiz mevzusu var. Dünya üzerinde bulunan pek çok dinde inzivaya çekilme, yeme içme işlemini bir süre bırakma ya da kısıtlama gibi uygulamalar mevcut. Hayvansal gıdalar genel de terk edilir mesela. Belki bu kadar sınırlayıcı davranmazsınız ama en azından florürden uzak durmak gibi ve doğal yiyecekler tercih etmek gibi yollar deneyebilirsiniz.

Yasal bir yol olmayacağı için önermiyorum ama Amazon yerlilerinin binlerce yıldır deneyimleyip geliştirdiği ve spiritüel çalışmalarında kullandıkları bir yol daha var. Ayahuasca. Başlarda değinmiş olduğum DMT için en yoğun kaynak olan bitki… En azından şamanları binlerce yıldır kullanıyor ve farklı boyutlarla temasa geçtikleri söyleniyor. 

Bunların dışında meditasyon yaparak ve imgeleme gücünden faydalanarak bu gözün açılması üzerine çalışmalar yapabilirsiniz. Uyuduğunuz yerin tam karanlık olması da epifiz bezinin çalışmasını daha kaliteli hale getirecektir. Farklı kaynaklarda manna, üzerlik tohumu ve mabet ağacı yaprakları gibi doğal ürünlerden hazırlanan çayların belli bir düzende ve süreklilikte kullanılmasıyla da üçüncü göz açma yolunda faydalarının olacağına yer veriliyor.

Epifiz bezi boyutlarının aksine ünü oldukça büyük bir organ. Sirkadiyen ritimi düzenleme dışındaki yetenekleri hala gizemini korusa da yapılan çalışmalar iddiaların altının çokta boş olmadığını gösteriyor. Ve de tüm dünyanın aynı şüpheye sahip olup bu minik organın bu gizemli yönüne dikkat çekiyor olmaları da cabası.

Bu konuda bilimsel verilere ulaşmak oldukça zor ama dünya üzerindeki güç savaşları göz önünde bulundurulacak olursa böyle bir servet kanıtlanmış olsa bile öylece ortaya dökülmezdi bana sorarsanız. Yani şimdilik elimizdeki ufak kanıt kırıntılarıyla kalıyoruz. Bundan sonrası size kalmış. Geliştirmeye çalışabilir ya da görmezden gelemeye devam edebilirsiniz. 

Kaynakça
Epifiz Bezi Mucizesi

Yorumlar

  1. Metafizikle ilgilenenler bilir ki üçüncü göz denilen yerde epifiz bezi var.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder