Duyularımız Var Olduğundan Henüz Haberdar Olmadığımız Duyular İçin Kanıt Olabilir Mi?


Benim en ilginç bulduğum konulardan biriyle başlamak istiyorum bu bloga.

Duyular… Şimdi diyeceksiniz bunun neresi ilginç. İstersek her şeyden ilginç bir şeyler çıkartabilirsiz dostlar diyor ve şöyle bir soruyla girişi yapıyorum: “Sahip olduğumuz beş duyu ya bizi diğer duyularımızı algılamaktan alıkoyuyorsa?” Soruyu basit bir örnekle daha anlaşılır kılayım. Solak bir insanı düşünün. Sol elini kullanmaya yatkın ancak okulda ona sağ elini kullanma konusunda baskı uygulanmış. Tanıdığınız böyle insanlar vardır. Benim var. Sonuç olarak bu insan hem sağ hem de sol eliyle yazabilir hale gelmiştir. Diğer türlüsünü yani sağ el yatkınlığı olan birinin sağ eliyle yazmayı öğrenmesi gibi… Bu insanların çoğu sol eliyle yazamaz değil mi? Hatta çoğu denemez bile. Ancak deneyenlerse zamanla geliştiğini görür. Neden? Çünkü kullanılan organ gelişir. Kullanılmayansa körelir. Ya da bir organ ancak kullandığı kadar gelişir.

            Şimdi bebekliğimize dönelim. Pek çok kişiden bebeklerin hissiyatının kuvvetli olduğunu duymuşsunuzdur. Bununla hem fikir olmasanız da şimdilik öyleymiş gibi yapıp birlikte düşünelim. Zaman geçtikçe bebekler bu hissiyat dediğimiz yeteneklerini kaybederler. Ancak zamanla diğer duyuları gelişir. Bir tarafı geliştirirken belki de diğerine o kadar ihtiyaç duymadığımızı düşünüyor olabiliriz tabi bu süreçte. Ya da bir şeyler bu yeteneği baskılıyordur.

            Gelelim asıl konuya. İnsanoğlu görünürdeki bu beş duyuyu kullanmak üzere farkında olmadan eğitilir. Henüz iyi göremeyerek başladığımız bu hayata görüşümüzü netleştirerek devam ederiz. Bize doğru konuşan insanların zamanla seslerini ve yüzlerini ayırt etmeye başlarız. Belli duyular üzerine yoğunlaşarak onları geliştirir ve dünyayı bu pencerelerden anlamlandırmaya çalışırız. Benim sorum, tüm pencereler bu beş tanesinden mi ibaret?
Yeni bir duyu

            Teorim ise, doğuştan başka bir duyuya sahip olduğumuz ve bu duyu sayesinde görüneninde ötesine erişim sağlayabileceğimiz üzerine. Pek çok kez bu duyuyu farkında olmadan kullanıyoruz ancak üzerine düşmek yerine ‘içimden bir ses ya da his öyle diyor’ diye basite indirgiyoruz. Peki, o his öylece mi oluşuyor yani içinizde? Eğer yeterince ilgi gösterilir ve onu da diğer duyularımız gibi eğitebilirsek yeni bir duyuya daha sahip olma ihtimalimiz üzerinde duruyorum. Hatta öyle ki bu pek çok hastaya dahi bir umut kapısı olabilir. Şimdi size, bu fantazya senaryosu ya da hurafe gibi görünen tezin nasıl bilimsel olarak kanıtlanabilir olduğunu açıklamaya çalışacağım.
           
            Öncelikle duyuların nasıl çalıştığını bilmemiz gerekiyor. Basitçe, duyu organlarımız aracılığıyla edinilen bilgiler beyindeki ilgili merkeze gönderilir ve herkesin beyni bu bilgiyi belli bir sisteme göre ve birazda kendine göre yorumlayarak işler. ‘Kendine göre’ dememin sebebi herkesin gördüğü kırmızının aynı olmaması. Herkesin aynı şeyi güzel ve ilgi çekici bulmaması gibi… Belki herkesin gözüyle algıladığı ışık dalgaları yorumlanmak üzere oksipital loba gider ancak herkes o kısımda aynı şekilde yorumlama yapıp aynı kontrasta sahip bir görüntü elde etmez. Tabi bazı daha da karmaşık beyinler de var ki onlar, bir duyu organının tetiklenmesi sonucu beyindeki başka duyu merkezlerinin de aynı anda harekete geçmesini sağlar. Hangi beyinlerden bahsettiğimi anlamışsınızdır. Sinestetikler…
          
             Bir sinestetik, sesleri görüp kelimeleri tadabilir. Çok sevdiğim bir yazar David Eagleman onların görüş açısını anlatmak için güzel bir örnek veriyor. –Tanıdığınız birini gördüğünüzde aklınıza o kişinin ismi de gelir. Yani siz görme işlemini aktive ettiğinizde hafızanızdan o kişinin ismi de çıkıp gelir.- Tamamen aynı şey değil belki ama bazı şeylerin beyinde nasıl birbirine bağlandığını ve bunların başka bilgileri de nasıl beraberinde getirebileceğini en basit şekliyle açıklıyor. Belki sizde bir harfi gördüğünüzde aklınıza anlık bir renk getirebilirsiniz ancak sinestetikleri sizden ayıran şey onların aynı harfi her zaman her yerde aynı görmeleri. Daha iyi anlamak için aşağıdaki resme göz atın.

Duyular - sinestetik beyin

Sinestetikler sağdakine benzer bir görüntüye (temsili) sahip olacakları için karmaşık sayıların arasından 2’leri kolaylıkla ayırt edebileceklerdir.

Şimdi biliyoruz ki farklı zihinsel işleyişlerimiz ve dolayısıyla farklı fikirlerimiz var. Dünyayı farklı algılıyoruz. Bazılarımız bizim edindiğimiz bilgileri harmanlanmış bir şekilde alabiliyor. Ki bence bu da beynin aslında ne kadar esnek bir organ olduğunu kanıtlar nitelikte. Önemli olan işlemesi için gerekli bilgiyi dışarıdan alıp ona ulaştırabilmek. Nasıl aldığın ne yolla aldığından ziyade almış olmak başlangıç için yeterli. Yani duyu organlarımızdan birinin beyinle bağlantısı kopmuş dahi olsa henüz başka bilgi girişinin olduğu pencerelerimiz bu akışa açıksa dünyadan kopmuş sayılmayız. Aksine bu durum yeri boşalan duyunun eksikliğini aratmamak adına diğer duyu organlarımız için fazla mesai ve gelişim anlamına geliyor. Tekrar söylüyorum. Kullanılan organ gelişir.

En bilindik örnek, görme engelliler. Bu kişilerin işitme ve hissetme duyularının normalden daha gelişkin olduğunu biliyoruz. Çünkü onlar hayatlarını kolaylaştırmak için bu organlara daha çok ihtiyaç duymaya başlıyor ve onları daha etkili olmaya zorluyorlar. Böylece gelişim başlıyor. E madem bu şekilde bir gelişim gösterebiliyor şimdiye kadar bu denli gelişmemiş olmasının sebebi nedir? Başka bir soru daha… “Kullandığımız duyu organlarını gerçekten tam kapasiteleriyle kullanabiliyor muyuz yoksa sadece yeteri kadarıyla yetinmekle mi kalıyoruz?

İlginç bir araştırmaya geçerek duyu organlarının biraz yardımla başka nasıl kullanılabileceğinden bahsetmek istiyorum. Northwestern Üniversitesinden Dr. R. H. Gault bazı insanların parmak uçlarının işitme duyusu için eğitilebileceğini ortaya koyuyor. Geliştirdiği bir cihaz sayesinde insan sesini parmaklara yönlendiriyor. Bir sürelik eğitimin ardından kişi kısa cümlelerin titreşimlerini parmakları aracılığıyla hatırlayıp anlamaya başlıyor. Bu da bir duyunun başka bir duyunun görevini yerine getirmek üzere eğitilebileceğini kanıtlıyor.

Henüz sahip olduğumuzu sandığımız organların bile tam kapasitesinin farkında değilken daha fazlasına sahip olmadığımızdan emin olabilir miyiz?
Hayatımızda açıklayamadığımız bazı davranışları normalde neye bağlarsınız?

Bu araştırmaların sonunda aklıma takılan soruları size de yöneltiyorum. Şimdi sizden istediğim bazı durumlarda neyi neden yaptığınızı bilmeden sergilediğiniz davranışları bir düşünmeniz. Mesela elinizi kestiğinizde neden çoğunlukla ağzınıza götürürsünüz. Biri size tükürük salgısının antiseptik özelliğini söylediği için mi? Evet, öyle bir özelliği var ve bunu yapmak muhtemelen o açık yaradan girebilecek mikropları engellemeye yardımcı oluyor. Kafanız karıştığında ya da bir konu üzerine düşünürken neden ya kaşlarımızı çatarız ya da iki parmağımızla iki kaşın ortasına baskı yaparız? Kaş çatmak odaklanmaya yardımcı olur diye bir öğretiyi aldığınız için bilerek mi yaparsınız?

Bunlar gibi pek çok örnek hayatımızda var. Ağlamak, göz kırpmak, uzaklara dalmak… Tüm bunların bir işlevi ve yararı var. Peki, bu içgüdüsel davranışların bizim gibi düşünebilen ve öğrenebilen varlıklar arasında bu kadar yaygın olması sizce de tuhaf değil mi?

Yani, bir hayvan için hayatta kalma sürecinde kısa zamanda öğrenmesi gereken bir takım bilgilerin içgüdüsel olması alışıldık bir durum. Ama ya biz insanlar için… Asıl teorime burada bir giriş yapalım. Farkında olmadan bazı bilgileri alan ve işleyen duyularımız mevcut.

Bazıları o duyunun üzerine kafa yorarken –ki bu insanlar çoğu zaman altıncı hissinin kuvvetli olmasıyla övünür- bazılarımız hiçe sayar. Aksi takdirde bir insan neden ilk kez gördüğü bir insana karşı pozitif ya da negatif damgasını vurmadan önce sadece üç saniyesi olsun ki?

Evet. Belki duymuşsunuzdur. Bir insan hakkında sonraki ilişkinize yön veren o kararı saniyeler içinde veriyorsunuz. Hangi duyu organınız bu kadar kolay bir şekilde bilgiyi işleyip karar mekanizmasından ürün çıkarmaya vesile olur? Sadece dış görünüş müdür en önemli belirleyici? O içinizde bir anda var olan his nereden gelir? Bilinçaltımız bu konuda tek başına rol oynayabilir mi?

İşte bu tarz içsel duyuları alan bir duyu organımız daha olmalı diyorum. Belki tüm organlarımızın bir sinestetik misali koordine çalışması sonucu belki de başka bir yolla gerçekleşen bilgi akışı… Sadece düşünerek nereye kadar gidilir bilmiyorum ancak bu sorular beni bazı ruhani görünüşlü tezlere göz atmaya itti. İnanıyorum ki dünyanın bir köşesinde birileri bir şey yapıyorsa bana ne kadar saçma gelse dahi altından ilham kaynağı olabilecek bir şeyler çıkar.

Gelin birlikte “Bindi” kavramını inceleyelim. Hintlilerin kaşlarının arasında koydukları kırmızı noktadan bahsediyorum. Fiziksel olarak görülmeyen, hayatın asıl amacını zihin gözüyle görebilmenin bir sembolü bu ‘bindi’ denilen kırmızı nokta. Ki taptıkları Buddha’da da aynı simge var.

Daha ilginç ve belki de korkunç olan örnek ise “trepanasyon”. Bu yöntem antik zamanlara ait bir tedavi aslında bakarsanız… Ancak bazıları onu üçüncü göz açma ritüeli olarak kullanmış. Nasıl mı? Kafatasını delerek. Bunun, bilinci tamamen açtığı söyleniyor. Biliyoruz ki yer çekimi dolayısıyla bazı bölgeler yeteri kadar kan ile çevrelenemediği için tam kapasite çalışamıyor. Ve hiçbir zaman tamamen bilinçli durumda olmadığımız iddia ediliyor. Bunun için sıcak banyoda bir anda buz gibi su açmak ya da ilaç kullanmak işe yarayabilir. Ancak en etkili ve kalıcı yöntem onlar için üçüncü gözün olduğu düşünülen bölgeyi gri maddeye zarar vermeden delmek.

Dünyanın çeşitli yerlerinde ve inanışlarında üçüncü göz ifadesine rastlayabilirsiniz. İslam da Kur’an, Hıristiyanlıkta İncil bu konuya değinmektedir. Ya da Antik Mısır’da Horus’un Gözü ifadesini duymuşsunuzdur. Buna olan inancınız ne seviyededir bilemem ancak bunun bir şekilde var olan bir başka duyu organına dair iz olabileceği kanaatindeyim. Belki tüm bu inanışların kastettikleri şeklin tamamen dışında belki de hepsiyle birden bağlantılı. Ancak bir şeylerin var olduğu kesin.

İnsan beyninin yapabileceklerinin sınırının olmadığına inanarak bu ihtimalin sınırları kaldırabilecek bir etken olduğunu düşünüyorum. Siz ne düşünüyorsunuz? İnsanlar gelecekte bu gözü kafatasını delmek dışında başka yöntemlerle açmayı başarabilirse duyu hasarı olanlar için bir umut ışığı olabilir mi? Ya da bir yol gösterici… Ya da aklınıza gelen başka bir teori… Bu konu sizin zihninizde ne uyandırdı? İnsanoğlunun sınırları ve yapabilecekleri hakkındaki fikirleriniz neler? Benimle paylaşırsanız mutlu olurum. Şimdiden teşekkürler.


*Not: Açıkçası, bu konu hakkında yazmaya başladığımda fark ettim ki üzerinde konuşulacak çok fazla şey var. Mesela yazımda bahsetmemiş olsam da epifiz beziyle ilgili bu konuyu destekler nitelikte pek çok iddia var. Eğer ilginizi çekerse sizde araştırın diye ayrıca belirtiyorum. Ki ilerleyen zamanda epifiz beziyle ilgili de bir yazı yazmayı planlıyorum. İsterseniz buradan takip edebilirsiniz. Sevgiler… 😊



Kaynakça
Overview of the Five Senses

Yorumlar